Teknik direktörün oyuna, galibiyete, şampiyonluğa katkısı hiçbir zaman ölçülemese de yüzde 10’dan yüzde 30’a kadar tahminler vardır gününe göre.
“Yüzde 100” sadece hezimette.
Lakin, yeni bir moda çıktı artık; iyi günde bile hocaya iyi laf etmek “futbolu bilmemek” gibi ağır ithamlara muhatap olmak demek.
Kerameti kendinden menkul çakma futbol filozofları ve sıfırcı hocadan geçilmiyor memleket.
Yahu en büyük hatanın bile faydası olabilir, en kötü niyetli adam bile meymenetli işlere vesile olabilir; bu ne hoşgörüsüz atmosferdir?
Açık söylüyorum, henüz benzerine rastlanmamış bir final yapan Süper Ligimiz’de hangi takım şampiyon olacaksa teknik direktörü sayesindedir.
Stadı, parası, yöneticisi, futbolcusu, seyircisi, havası, kafası farklı takımlar için nasıl böyle iddialı bir genelleme yapabildiğime gelince:
Beşiktaş tribünlerinin, Trabzonsporlu Barış oyundan atıldığında gösterdiği tepki “sıradan bir delikanlılık girişimi” değil, milattır.
Üzerine makaleler yazılması ve asla unutturulmaması gereken bir milat.
Koşullara dikkat lütfen... Beşiktaş ikinci yarının başlamasıyla birlikte on kişi kalmış, Trabzonspor, İnönü Stadında 2-0’lık tabelayı zorluyor. Bir gol atsa maçın terse dönmesi kuvvetle muhtemel. Belki bu yüzden şampiyonluk bile gider.
Hakem bin pişman... Bir “rövanş kırmızı” gösteriyor Barış’a bol keseden.
O disiplinli, organize ve her galibiyette payı olan seyirci ne yapmalı; bayram mı?
Bizim ezberimize göre, seyircinin asli görevi hakemi kendi takımı lehine etkilemek ve bu yolda kafa yarmak, küfür etmek dahil her şey mubah olduğuna göre...
“Saygılar hakeme”!
Fenerbahçe’nin rakibi belli oldu, medya mahvoldu!.. Düşünsenize, potansiyel konuşma/yazma hacmi 7’den 1’e indi.
“Yüzde 85” indirimli bundan böyle tüm Fenerbahçe muhabbetleri.
Oysa dün saat 14.00’e kadar herkes ne kadar mutluydu.
“Hoş geldiniz, Fenerbahçe’ye kim çıksın istersiniz?” repliği üzerine iki tane “Harp ve Sulh” romanı yazıp, yanına 13 bölümlük “Kurtlar Vadisi” senaryosu koyabilirdi tecrübe ve internet sahibi bir yorumcu.
Schalke’den girip, Manchester United’den çıkabilir, muhtemel rakipleri “kanatları iyi olanlar”dan “bloklararası iletişimi kuvvetliler”e kadar sayısız kategoride sıralandırabilirdi.
İş, “Şu çıksa ne olur”a gelince; Rus Stepleri’ndeki bir atlı kadar özgürce vurabilirdi mahmuzlarını.
Yedi olasılığa, yedi senaryo... “Yedi kardeşe yedi gelin” halt etsin.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Mübarek; maç değil "nasihat" sanki!.. Diyor ki; "Bariz golün sayılmayabilir, hakem taç atışı yerine aleyhine gol verebilir, doğru dürüst oynarsan bahanelere sığınmaya gerek kalmaz, zafer senindir".
Evet... Fenerbahçe - Akçaabat Sebatspor mücadelesi Süper Lig'in kuyruğuna takılan "şaibelerin" ve bunları üretenlerin aslında kifayetsiz futbollarına gerekçe bulmak yerine biraz daha dişlerini sıkmaları gerektiğini olanca açıklığı ile ortaya koydu.
İlk gol konuğundu. Hem de ellinci saniyede. Üstelik top, yedek kulübesi önünde maçı seyreden Daum'un ayakları dibinden sahaya dönmüştü. Tam on saniye sonra tribünler inliyordu:
"Şampiyon Fener".
Böyle bir arenada her maça 1 - 0 galip başlayan Fenerbahçe'nin de morali bozulmadı elbet. Hatta beşinci dakikada, doğal koşullarda ofsayt tartışmaları haftalarca sürecek bir golü de sayılmayan Fenerbahçe, tınmadı bile... İşine baktı sadece.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> İnönü Stadı'nda basın tribününe oturduk, biraz sonra polisler geldi.
"Ön sırayı boşaltın"!
"Neden"?
Çünkü seyircinin medyaya karşı taşkınlıkta bulunacağı istihbar edilmiş.
Antep maçı, bu atmosferde başlayıp takımın galip duruma geçmesine karşın Federasyon'dan şampiyonluktaki rakiplere kadar bir sürü kapı ipinin çekilmesiyle sürdü gitti. Bu sırada Antep'in hocası Nurullah Sağlam da tükürüklendi. Maç bitti; tribün "gitmem" dedi:
"Takım buraya gelecek"!
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İnönü Stadı'nı "matem evi" atmosferinden kurtarıp Kartal'a "karnaval" yaşatan gecenin sebeplerini sıralamaya başlarsak en başa "futbolcu psikolojisi" oturur ki, bu konuda çok laf edilebilir:
Acaba haftalardır "yarı yatalak" ağlaşan Beşiktaşlı futbolcuları motive eden Başkan Serdar Bilgili'den yedikleri zılgıt mıdır ? Şayet "kadife eldivenli" tehditle oynuyorlarsa, gelecek haftalarda onları motive edebilmek hayli zor olacaktır.
Her neyse, dünkü Beşiktaş'ı takım yapan unsurların birincisi hırsları, istekleri, hatta oyunun başında biraz da sertliğe kaçan kazanma arzularıysa; ikincisi de Lucescu'nun ilk onbire çizdiği "altın üçgen"di. Beşiktaş forvetindeki bu altın üçgenin köşeleri Ahmed Hassan, Pancu ve Tümer'di.
Sağ kulvarı Tayfur kaptanın geniş ciğerlerine emanet eden Beşiktaş'ın sol kulvarı, İbrahim marifetiyle boş gibi görünse de, ilerideki altın üçgen, geometrik bir düzen içinde tıkır tıkır işledi 60 dakika boyunca. Bu üçgenin üç köşesinin de birer golünü 30 dakikaya sığdırması Lucescu'nun "probleme" çözüm bulduğunu işaret etmekteydi.
60. dakikada Tümer'in yerine Sergen'i, 77. dakikada ise Ahmed Hassan'ın yerine Ümit'i oyuna sokan Lucescu,
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Yaptığı işte üstün performans gösteren insanların "hilkat garibesi"nden farkı yoktur bizim için. Sıradışı olan herşeye karşı gösterdiğimiz marazi merakla, önce normal düzeye indirmeye çalışırız "bay yetenek"i...
Olmadı, "ilah" yapar yalnızlığa mahkum ederiz.
Pırıltısı sönmemiş mi; çok iyi yaptığı işi elinden almamız mümkün olmayacağına göre, terfi ettirir kurtuluruz bu problemden.
Üstün performanslı insan, diken gibidir bizim için; diken...
En iyi cerrahı, hastane yönetimine alıp evraklara boğarız. En iyi polisi müdür yapıp, masaya bağlarız. En iyi muhabiri, şef unvanı verip gazetenin mutfağına sokarız.
Bu acaip "terfi" anlayışımızın son kurbanı Ersun Yanal olacak gibi.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
"Galatasaraylılık" denilen kavramın ete kemiğe bürünmüş hali Sayın Özhan Canaydın olsa gerek. Hani UEFA Kupası'nı kazandıktan sonra başarısından nemalanamayan Galatasaray takımı vardı ya; işte o örnek... Zaferle çıktığı çok zor bir seçimin ne afrası ne tafrası var kahvaltıdaki başkanın üzerinde... Sadece yorgun ve mesafeli bir ifade. Eskisinden de zor bir dönem yaşanacağını bildiği için mi ne?
Evet... Sayın Canaydın, Churchill kadar açık yüreklilikle "zafere giden yolda size gözyaşı vaad ediyorum" diyemiyor ama Galatasaray'ı, 100. yılın yüze katladığı ağır sorumluluklarla yüklü bir dönem bekliyor ikinci iktidarında. Yalnız bu kez daha kararlı başkan. Daha hesaplı, daha donanımlı, daha dikkatli... Bunları kendisi söylüyor.
Conrad Otel'in boğaz manzaralı süitinde ilk soruyu o soruyor ve "Ercan tarafsız; o söylesin bakalım Genel Kurul beni neden tekrar göreve getirdi" diyor. Buyurun bakalım!.. manzaraya karşı keyifli bir kahvaltı boğazımıza dizilecek... Neyse Bilgin yetişip "Dürüst olduğunuz için" diyerek beni kurtarıyor. Oysa ne kadar çok isterdim, "Başkanım şu yaptıklarınızdan sonra sizden başka kimi seçeceklerdi" diyebilmeyi.
Sahi, sayın Canaydın