Gazetecilik doktorluk gibidir... Uzmanlık gerektirir... Ama bu demek değildir ki, göz doktoru karaciğerin yerini bilmesin veya toplumsal bir olaya tanık olan ekonomi yazarı, haberin üzerine gitmesin.
Yani uzmanı olduğun dalı iyi bileceksin, ama yaşamla ilişkini o uzmanlık dalına indirgemeyeceksin. Yoksa "Maradona Tarikatı" üyelerinden ne farkın kalır.
Hep bunu bilir, bunu söylerim... Sonuçta bir spor yazarının, herhangi bir takımı "işinin ehli" bir teknik direktör kadar bilmesi olası mı? O zaman neden tüm spor yazarları profesyonel futbol adamlarından oluşmuyor? Çünkü onların futbol oynadığı, takımla uğraştığı zamanları, yazısını okunur kılmak ve yazılarına katacağı yaşama bakış lezzetini artırmakla geçiriyor spor yazarı. Veya öyle olmalı... İnsanlar bir spor olayını onun gözlükleriyle izlemek için okuyor yazılarını. Yoksa en somut yol, maç istatistikleri.
Bu kıvamı tutturmak her zaman kolay olmuyor elbet.
Seçim gecesi... Saat 01.00’i biraz aşmış. Ülkemizin Tayyip Bey’e teveccühü çoktan ortaya çıkmış. Show TV olaya renk katmak için iki ünlü spor yazarından görüş alıyor. Belli ki haberli; ikisi de kravatları takmış.
Önce 20 yıllık sevgili dostum Kazım Kanat sözü alıyor, futbolun içinden gelen bir "başbakana" sahip olmanın keyfinden bahsediyor. Ardından Osman Tamburacı... O da "sporcu başbakanı" sevinçle karşıladığını anlatıyor.
Oysa Sayın Tayyip Erdoğan’ın milletvekili bile seçilmediğini, Anayasa değişikliği yapılmadan başbakan olmasının imkansızlığını Türkiye’de o kadar az kişi bilmiyor ki... İki tanesinin, bizim dalın uzmanlarından olması üzdü beni. Demek bu uzmanlık uğruna çok şeyi boşlamışlar.
Hafta geçmiyor ki, Real Sociedadlı Nihat’dan göğsümüzü kabartan bir haber gelmesin... Futbol tarihimizdeki bu ikinci "Aslan Nihat" hadisesine kimse hayret etmesin. O kadar hüzünlü ve zoraki bir gidişin, bu kadar "tam isabet"e dönüşmesinin sırrını buldum galiba... En azından tersini düşündüm sonuca vardım:
Nihat aynı performansı Türkiye’de sürdürse, şimdi tostunu yemiş bir hatuna çay servisi yapmaktaydı. Bir iki davada sanık, bir iki tanesinde tanıktı. Sözleşme pazarlıklarından sinirleri keman teli, saçı başı farklı ve bitmeyen sakatlığı yüzünden sahalara ne zaman döneceğini konuşuyorduk şimdi. Gitti, kurtuldu.
Galatasaray’ın emektarı Ökkeş Polat, kızını evledirirken verilen davette Mondragon, Özhan Canaydın’ın elini öpmüş.
Acaba Sayın Canaydın "el öpenlerin çok olsun" dedi mi?
Umarım dememiştir!.. Mondragon, takımı kurtarıp eli öpülecek adam olduğu sürece, Galatasaray’da işler düzelmiyor demektir.
Bir pazar günü yetti yılların siyasetçilerini tasfiye etmeye. Gel de demokrasinin faziletine güvenme...
Tepede işlem tamam... Ama bitmedi. Sırtını "gedikli" politikacılara dayamış kim varsa, kimi sallanacak, kimi düşecek hazan yaprakları gibi. Sıra spora da gelecek, futbola da... Bu fırtınadan ancak kamuoyunun sevgisini hak edenler kurtulur.
Boşuna dememişler; "adama dayanma ölür, ağaca dayanma kurur".
Kaçak inşaatı yıkılmasın diye bahçeye Atatürk büstü dikenler vardır ya; Sayın Aziz Yıldırım’ın "Lorant savunması" da öyle:
"Atatürk ne demiş; köylü milletin efendisidir"!..
Bir Kadıköylü olarak benim gururumu okşayan bu tespit, en azından Lorant’ı "köylü" sıfatıyla küçümsemeye çalışanlarınki kadar hatalıdır...
İnsanlar elbette doğum yerlerine göre kategorize edilemez; mesleğine, insanlığa katkıları ile değerlenir... Üretimi ile terazilenir.
Lorant üretince Kadıköy’ün efendisi olacak...
Fenerbahçe - Panathinaikos maçından önce yazdıklarım başıma dert oldu açıkçası... Fanatik Gazetesi’nde Cuma günleri bana zimmetlenen sütunlarda sormuştum; "Ne yapsın Fenerbahçe, elensin mi rakibine ?" diye...
Yöneticilerin, futbolcuların ve taraftarların öylesine yapay bir baskı oluşmuştu ki, üzerlerinde... Sanki centilmenlik adına ve 2008 adaylığı uğruna UEFA’ya veda etmesi bekleniyordu Fenerbahçe’den!
Sessiz, tepkisiz; nezaketen...
Ve adını koymuştum: Batı karşısında takındığımız aşağılık duygusunun tipik bir dışavurumuydu bu. Duygularımız değişmese de bazen tepkilerimiz farklı olurdu ve o zaman düşmanlık, saldırganlık damarımız tutardı. İşte Panathinaikos taraftarları kendilerini bu ikinci yola kaptırdı.
Ne kadar benziyoruz değil mi iki komşu millet.
Hayret... Bu yazı ikiye bölmüştü okuyanları. Gözlerimden öpenler, "faşo"luğumdan nefret edenler kadardı.
Görüyorsunuz; olaylar beni haklı çıkardı. Taraftarlarını çiçeklerle karşıladığımız Panathinaikos’un yöneticileri rövanşa Fenerbahçeliler’in gelmemesini tavsiye ediyor şimdi. Ezeli düşman Olimpiakos ile Panathinaikos ilk kez kol kola. Biz iyot gibi açıkta kaldık.
Yunanistan ile her ilişkimizde olduğu gibi, elimizde bir tutam tuzla salatalığa doğru koşarken, nerede kaldı 2008 adaylığı.
Dikkat ediyorum kimse bir tek kelime bahsetmiyor. Biz adaylık için üzerimize düşeni yapmadık mı? Küfür, hakaret, ayran, sandalye ve gol yedik gıkımız çıkmadı. Bir de Atina’da sopa yiyeceğiz. Artık 2008 Avrupa Futbol Şampiyonasını alamazsak günah bizden gitti. Şansımıza küseceğiz...
Zaten Yunanistan’ın samimiyetinden şüpheliyim. Onlar olimpiyatı kazasız belasız düzenleyene kadar, bizi eğleyecek sportif oyuncakları çok iyi buldular.