Kavga kötü ama...
Musibet, nasihatin bin mislidir... Bakarsınız sonu iyi gelir...
Sadece "eceli gelen" bir federasyon, arkasında bile duramayacağı böyle cezalar verebilir.
Bu nasıl bir ceza ki, veren bin pişman, cezalandırılan Spartaküs misali, "despota savaş açan bir kahraman" olabiliyor.
Federasyon’un Aziz Yıldırım’a kestiği cezanın bedelini, yine Federasyon taksit taksit ödüyor.
Ata Aksu’yu dinledim... Futbol Federasyonumuzun otoritesinin ve pilinin bittiğini, son ümidin Dünya Kupası’ndan gelecek iyi bir habere endekslendiğini, ancak Aziz Yıldırım olayı ile sonun başlangıcının hızlandırıldığını çıkardım; satır aralarından.
Yeri gelmişken söyleyeyim; iç hesaplaşmaları yüzünden kızıp dalga geçtiğimiz Telegol’de zaman zaman gazetecilik de yapılıyor. Asbaşkan Aksu, telefonla bağlandığı programda Aziz Yıldırım’ın dört aylık hak mahrumiyeti cezasından nasıl kurtulacağının "yolunu, yöntemini" açık açık anlattı:
"Tahkim Kurulu futbolun mahkemesidir, ceza alan başvurabilir" dedi.
Yani Aziz Yıldırım, bir dilekçe yazsa kurtulacak cezadan, besbelli. Yazmazsa, yakında bir punduna getirip kendileri affedecekler.
Çünkü, bunaldılar.
Olası bir "Şampiyonluğu kaçırmış Fenerbahçe taraftarı" karşısında durmak kolay mı?
Şenol Güneş’in bile "bir ortak yol bulunsa, kavga dursa" demesi bu yüzdendir. İşvereni federasyon olan teknik direktörün, böylesi önemli bir konuda, Ulusoy’u bilgilendirmeden fikir beyan ettiğini kim iddia edebilir.
Hafta başı, Aziz Yıldırım’ın Devlet Bakanı Fikret Ünlü ile buluşması, federasyonun ayağına dolanan cezada, "mülki" bir aşamadır büyük olasılıkla.
Zaten, Futbol Federasyonu’nun eski "hasmı" Fikret Ünlü ; "Dünya Kupası’ndan sonra federasyon genel kurulunun toplanmasını isteyeceğim" demişti; "Göreceksin sen" gibilerden... Gerekçe, şike ile faiz yolsuzluklarıydı ama, fırsat bu fırsattı. En sonunda Bakan’ın "cezayı veren takip etsin" lafıyla "Şeref Tribünü" de sırtını döndü Ulusoy’a.
Kim kaldı yanında?.. Galatasaray mı?.. Güldürmeyin beni; bence en kızgın olması gereken taraf Galatasaray. En azından forması polemik konusu yapıldığından ve kavgada malzeme olarak kullanıldığından.
Futbol Federasyonu ile başkanı, "Aziz Yıldırım olayı" ile tribünlere indirdiği kavganın bedelini, öyle ya da böyle ödeyecek.
Yıpranarak mı olur, geri adım atarak mı, koltuktan kalkarak mı, bilinmez...
Fakat, çember daraldı.
Fenerbahçe teknik direktörü Werner Lorant, beş forvetten sonra en büyük hatasını yaptı ve Mustafa Denizli’yi suçladı:
"Kim aldı o yenilgileri ben mi aldım"?..
Laf mı bu yani!..
Hocam... Almanım... Patavatsızım... Sen yat kalk, Mustafa Hoca’nın o mağlubiyetlerine dua et. Onlar olmasa, Şükrü Saracoğlu’na yine gelirdin ama, Alman turistler arasında kimseler tanımazdı.
Lorant’ın yumurtladıklarını Mustafa Denizli’ye ilettiklerinde, tecrübeli hocanın yanıtı çok beğenildi ve "kibarlığını" bozmadığı iddia edildi.
Bence tersi...
Denizli, "Lorant çok iyi bir teknik direktör olduğu için Fenerbahçe’ye geldi" dedi. Lorant’ın kalitesi konusunda herkes bir "fikir sahibi" olduğuna göre Mustafa Denizli, Fenerbahçe yönetimine çok ağır bir eleştiri gönderdi.
Yöntem kibar ama, anlam ağır bence.
Zaten tansiyon yüksekti, üstüne bir de Beşiktaş - Fenerbahçe derbisi...
Vidalar gevşedi, perçinler atıyor; gırgıra vuralım en iyisi.
***
"Kim kazanır" mı dediniz?..
Sonuç ne olursa olsun kazanacakların ilk sırasında hakem var.
Sıkı bir kariyer ve yaklaşık bin dolar. Para, şöhret, güç, kudret; kral oldular kral... Ağzını açana kırmızı kart, uzatana sopa...
***
Daum’un geleneksel "tersten motivasyonu" bu kez tersyüz... Alman hocanın "biz daha kötü bir takımız" deyip kazandığını hatırlayanlar, bu kez "bize şans vermeyenleri ikna edeceğiz" laflarına bir anlam veremediler. Kimbilir, belki de internet mesajını yazarken yanında Alman savcı vardı.
***
Lorant ise futbolcularla birlikte kendini tesislere kapattı. Malum bu derbi çok riskli, bir daha Samandıra’yı görememek de var.
Rüştü’nün durumu raslantı mı, ipucu mu?.. Fenerbahçe’de tansiyon düşmesi ile Rüştü’nün sakatlıklarındaki telepatik paralelliği bilenler, endişeli... Omuz değil, kristal küre sanki.
***
Pazar günkü maça "koltuk derbisi" diyenler de var. Aziz Yıldırım "nerede", Serdar Bilgili "ne kadar" oturacak, burada belli olacakmış...
Derbi, beraberinde dünyanın en ilginç iddialarını da ekrana getirdi. ATV’deki Bizim Stadyum’da Beşiktaş menajeri Sinan Engin ile Fenerbahçe yönetici/yazarı Selim Soydan’ın girdiği iddia çok müthişti... Kimse anlamadı.
***
Bu arada, aklıevvel bir futbolseverden dahice bir öneri geldi... Adını söylemedi ama nerede görseniz tanırsınız; kafasında aleminyum bir huni, ayağında sarı paletler var:
Beşiktaş maçı TSYD havuzunda oynanmalıymış... Fenerbahçeliler ıslanınca daha iyi oynuyorlarmış, Beşiktaşlılar’ın ise sinirleri yumuşarmış...
Trabzonspor - Galatasaray erteleme maçında, tam da takım yenilmişken Cem Beceren, Ayhan’dan forma istemişti ya...
Trabzon yönetimi de futbolcusuna 20 milyar ceza kesmişti...
Ve Milliyet yazarı Mehmet Tan, "futbolcuda yetenek ile cibilliyet birlikte lazım" demişti...
Niye benim "tüylerim diken diken olmadı" acaba?..
Mehmet Tan’ın "cibilliyet" önkoşulu, beni neden rahatsız etmedi. Neden ona hak verdim?..
Üstüne balıklama atlayanların aksine, "cibilliyet"in doğrusunun "cibillet", anlamının ise "huy - yaradılış" olduğunu bilmemden değil elbet...
Oturdum, kafa patlattım...
Kaybedilmiş bir maçın ardından, bir meslektaşından "centilmence" forma isteyen Trabzonspor’lu futbolcuyu alkışlamalı mıydım yoksa?..
"Forma istemenin cezası olur muymuş" diye mi sormalıydım?..
Yapamadım... Galiba ben de ilkel ve çağdışıyım!..
Dünyanın en centilmen hareketlerinin bile, yanlış anlaşılma ihtimali varsa yapılmamasından yanayım. Hele bu girişimde, futbol gibi kamuya açık ve rekabete dayalı bir sosyal ilişkiler yumağından hatalı ipi çekme ihtimali varsa.
Zamana ve yere göre, forma isteyene dayak bile atılan günümüzde (Beşiktaş - Malatya maçını hatırlayın), çok dikkatli olmak gerekiyor.
Mesela, bir genç adamın dere kenarına uzanıp bir cigara tellendirmesi kadar doğal, ne olabilir?..
Ama birileri çıkıp, sigara içtiği için azarlayabilir.
O genç, okuldan kaçan bir öğrenci ise, disiplin kuruluna gidebilir.
Nöbet beklemesi gereken bir askerse, başına neler gelir; ne siz sorun, ne ben yazayım.
Evet... Centilmenlik de, agresiflik de "göreli"dir; eylemlerin algılanması gibi.
O zaman, "forma istemeye ceza verilmez"... Denilemez.
Onun da adabı var.
Unutmadan; cibilliyet, hele "pozitif" ise, sadece Trabzonspor’a alınacak futbolcularda aranması gereken meziyet değil, her meslekten her insan için "olmazsa olmaz" koşullardan biridir.
Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy, "Galatasaray forması giymedim ama, Fenerbahçe şapkası taktım" dedi.
Bu iş, şapkayla formayla olmuyor. Zaman geliyor formasını giymiş insanlar bile kulüplerine zarar verebiliyor.
Neyse...
Ne yazıyordu Sayın Ulusoy’un giydiği şapkada?
"Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak"...
Keşke, "bir gün herkes adil olacak" yazsalardı.
Sahaya bakın... Yan hakem, futbolcuyu tekmeyle hadım etmeye çalışıyor.
Konuk futbolcular ev sahibi takımın seyircisini kovalayıp yumrukluyor.
Taraftarlar taraftarları, futbolcular futbolcuları, futbol sahasında dövüyor.
Üzülmek yetmez, madem ki bu kadar dibe vurduk hiç olmazsa nedenlerini araştıralım;
Bu köşenin saygıdeğer okuyucuları, lütfen sorumlu olduğunu düşündüğünüz kişi ve kurumları yazın. Bu köşede toparlayalım.