Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Sonunda, soyunma odasına zehir de atılmış...
İddianın sahibi Bursa Belediye Başkanı Erdoğan Bilenser olmasa ve Malatyaspor Başkanı Hikmet Tanrıverdi’nin "Zehir kokusu duymadım ama Bilenser’e dirsek gelmiş olabilir" şeklindeki özrü kabahatinden büyük itirafı ortaya çıkmasa, inanılacak gibi değil.
Malatyalılar, Bursasporluları hava alanından karşılayıp maç bitene kadar eşek sudan gelene kadar dövmüşler ama "zehirlemedik" diyorlar. Maçı kaybedip canlarını kurtarmış Bursasporlular...
Hep yazdık... Futbolu, insanlara sosyal yaralarını, umutsuzluklarını, açlıklarını unutsun diye "oyuncak" olarak verirsen, işe yarıyor. Ama zamanı gelince geri vermek istemiyorlar.
Futbol hastalıklara iyi gelmiyor, semptomları gideriyor. İlaç kesildiğinde "en derin duygular" böyle çıkıyor su yüzüne. Herkese geçmiş olsun.

Fenerbahçe, Trabzonspor maçına Samanyolu Galaksisi gibi bir formayla çıktı... İki yıldız kendisinin, 18 tane de şirketten, etti 20 yıldız...
Neyi protesto ettiği konusunda rivayet muhtelifti.
Beşiktaş’a verilen "beratsız" yıldızı mı?..
Galatasaray’ın alacağı ve kendisinin "şaibeli" ilan ettiği üçüncü yıldızı mı?..
Federasyon’un "eski ayları kırpıp yıldız yapmasını" mı, pek belli olmadı. Ama ortada bir protesto vardı.
Protesto nedir?.. Bir şeyi beğenmediğini, yazılı veya sözlü olarak ilan etmek. Yani "ilan"... Ve formanın üzerinde...
Forma göğsündeki Aria reklamının yanına, ikinci reklam sayılabilir bu.
Bundan sonra olacakları ben size anlatayım:
Ceza Kurulu, Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’dan habersiz, "formaya iki reklam almaktan" Fenerbahçe’ye cezayı yazıverir. Haluk Ulusoy, İsveç’ten nefes nefese gelir ve "Vallahi beni haberim yoktu" der... Ata Aksu, "harf değil, şekil ihtiva eden ikinci bir reklam, Türk Futbolu’na büyük katkıları olmuş bir kulübümüzün elbette hakkıdır" diye açıklama yapar ve kulüpler formaya ikinci reklam almaya başlarlar...
Mizah olsun diye yazdık ama gerçekler daha komik...

Galatasaraylı futbolcular, Ankaragücü maçından önce "top yerde iyi kaymıyor" diye Ali Sami Yen’in çimlerine su tutturmuş...
Yanlış anlaşılmasın ama, hiç de sportmence bir davranış gibi gelmedi bana...
Mesela, Diyarbakırlı futbolcular, "Biz kötü sahada daha avantajlıyız" diye, maçtan önce kazmayı küreği kapıp çukur açsalar uygun mudur?..

Trabzonsporlu dokuz futbolcu birden Fenerbahçe maçı öncesi silah ruhsatı almak için başvuru yapmış.
Sakın ha!..
Ya bunalımla, ya da sakarlıkla kendilerine zarar verebilirler.

Genel Kurul’da sabaha karşı Serdar Bilgili’nin mesai arkadaşları, "son sandıkları bekleyin" diyorlardı.
Neden... "Son yıllarda üye yapılanlar bizden"...
Neresi "sizden" yahu!.. Adamlar Galatasaraylı, Fenerbahçeli... Beşiktaşla ilgili fikirlerini sorarasanız; tercihleri Serdar Bilgili. Onun sebebini de bir Allah, bir de Bilgili bilir...
Çocuklar falan da üye yapılmış... Bunu yapanlar da, kongre öncesi Hasan Arat’ı genel kurulu genel seçim havasına soktuğu için suçlayanlar. Eksik olmasınlar, sokağa değil, başka takım taraftarlarına, lise ve orta okullara kadar yaymışlar seçimi kendileri.
Rüşvetin belgesi olur mu bilmem ama, şaibenin belgesini bulmuş çıkarmış Hasan Arat... Sadece bu becerisi bile, seçimi kazanabilseydi Beşiktaş’ın haklarını nasıl koruyacağını ortaya koyuyor, fakat... Geçmiş ola!..
Şimdi Savcılık, Arat’ın belgelerini delil kabul edip, işlemlere girişecekmiş. Sonunda ne çıkar ki?.. Adam Galatasaraylı olabilir. Üye yaparsan Beşiktaş yönetimi için oy kullanabilir.
Beşiktaşlılar içlerine sindirdikten sonra...
Federasyon Başkanı’nın bile Serdar Bilgili’ye arka çıktığı futbol dünyamızda, hangi yaptırımlar devreye girebilir böyle bir suç için?..
Aslında bu bir suç bile değil... Sadece ayıp...
Hem de çok ayıp.

"İlyas, Temel, Süreyya; Hatçe , Ümmü, Gülizar...
Bir yastığa baş koyar, bir tetiğe basarlar"
Demiş ya, Nazım Hikmet Ran...
Orhan ile Ayşe de onlardan... Rize taraflarından.
Biri öğretmen, diğeri mühendis bu Karadenizli çift, Akçakoca sahilinde oturmuş "serender"i anlatıyorlar bana.
Serender, kısaca dört direk üstünde, küçük tahta bir baraka...
Ama can damarıymış Karadeniz ailesinin. Üstünde kışlık meyva saklamak mı istersiniz, yemekleri haşarattan uzak tutumak mı... Mısırları kurutup, fındıklara ıslanmadan kabuk açtırmak mı?..
Karadeniz yağmur çamur ya... O mevsim serender boşsa, üstünü başını orada temizlermiş insan.
Daum’a da lüks bir serender yapmak lazımdı ya... Neyse.
Dibinde oturduğum serender’e kaçamak bakışlar atarak dinliyorum anlatılanları. Bu serender, çağdaş bir amaca hizmet ediyor. Belediye başkanı tarafından etnoğrafya müzesine döndürülmüş Akçakoca sahiline gelen turistlere, mancarlı pide ile melen güçcek’i spesiyaliteleri, Halis Usta ve ailesi tarafından burada hazırlanıyor.
Halis Usta deyince duracaksın bir kalem... İnanılmaz bir pazarlama yeteneği var adamda. Simao’yu Fenerbahçe’ye ben sattım dese şaşırmam.
Laf lafı açıyor...
Engebeli Akçakoca’nın zirvesinde bir de Merih öğretmen vardı. Emekli bir hanım-efendi... Meslektaşı Tahsin Bey’in kıymetli eşi... Uzun zamandır tanık olamadığım "derin" esprilerin sahibi. Yağmur ve soğuk günlerin ardından açan güneş için, biri Merih Hanım’a "sonunda güneşi görebildik" dedi.
Yanıt; "Herşey gayretle olur. Gayret edersen güneşi de doğurabilirsin evladım" idi. Oysa biz yerin dibine batırmaya çalışıyoruz Güneş’i...
Daha bir çok değerli ve meslek sahibi insan vardı Akçakoca’da... Tahsil hayatlarının yaşlarına uygun basamaklarındaki zeki ve ne yaptıklarını bilen çocukları...
Benim dışımda hiçbiri televizyondaki spor programlarını izlemedi.
Acaba, "spor eliti" ile "varoşlar" arasındaki marjinal bir iletişim bağı olarak mı algılıyorlardı bu programları?
Serender’i çatıdan tabana kadar havalandırma aralıkları ile bezeyen insan aklı, futbol ve onun televizyonculuğunda hangi nefes deliklerini tıkamıştı da doğru dürüst insanlardan kayıplar vermekteydi?..
Şaibe mi, küfür mü, bitmez tükenmez hesaplaşmalar mı ürkütmüştü?
Su geçirmez bir çatı, çatı ile yan duvarlar arasında makul bir boşluk, tabandan nefes almayı sağlayacak aralıklar ve kıymetli malzemeleri çamurdan yüksek tutacak ayaklar... Ayaklarda, kemirgenlerin tırmanmasına engel olmak için bariyerler... Bunlar serenderin olmazsa olmaz yapısal kuralları.
Futbolda da olmalı, yayıncılıkta da... Yoksa; ürün istediğin kadar güzel olsun, küflenme kaçınılmaz...

Ali Sami Yen’in dev ekranından, ağlayan Fenerbahçeliler görüntülerinin videosunu göstermeye kabul!.. Dahice değil ama, hınzırca. İntikamla espri iç içe, hiç değilse...
Peki, Rüştü’nün Fenerbahçe taraftarlarınca tartaklanma görüntüleri neyin nesi?..
Bu konuya takıkım!..
Minicik bir menfaat, sevimsiz bir espri, yeteneksiz bir benzetme için gündeme getirenlere de, stadın dev ekranından gösterenlere de...
Galatasaraylılara sormazlar mı; Sizin Şampiyon Kulüpler maçınız "milli mesele" de, Rüştü, Dünya Kupası’nda oynayacak milli takımın bel kemiği değil mi?..
Rüştü’ye yapılan o davranış yüz kızartıcı bir suç. Akılları sıra, "bunu bile yaptınız" demek istiyorlar. Peki Rüştü’nün durumu ne oluyor?..
Yapanlara lanet olsun. Bu işi kullananlara ise yazıklar olsun...
Ali Sami Yen Stadı’ndaki ekranın uzaktan kumandası kimin elindeyse, ona da "yuh" olsun.