Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Aslında bir Fenerbahçeli’nin Lorant’a kızgınlığı kadar doğal bir şey olamaz dünyada... Hatta onu sevenin Fenerbahçeliliğinden şüphe ederim.
Mesela Oğuz... Neden kızmasın ki Alman’a.... Üstelik herşey gözünün önünde oluyor. Sonuç ortada... Hayatının en büyük hedefi avuçlarından uçmak üzere. Gerçi Lorant başarılı olsaydı, sonuç yine değişmeyebilirdi ama, o başka mesele!..
Sonra Başkan Yıldırım... O Fenerbahçe için sağlığını ve parasını riske ediyor, hoca bir çuval inciri berbat ediyor. Umarım rüyasında saçını başını yoluyordur Lorant’ın da, hıncını alıyordur.
Hatta Fenerbahçe’nin malzemecisi bile kızgındır. Soyunma odasında tek başına kaldığında onun kramponlarına tekmeler atmadığını kim bilebilir.
Bir de Fenerbahçenin ekmeğini yemiş eski futbolcular var... Sonradan yazar olanlar, en iyi yazar olduğunu sananlar, yazmayanlar, okumayanlar... Hepsi kızgın olmalı.
Kim sevebilir Lorantı?.. Belki Galatasaraylılar... Biraz da Beşiktaşlılar.
Peki neden susuyorlar?..
Fenerbahçeli kimliği ile Lorant’a kızgın olanlar bu duygularını söyleyemiyorlarsa, bunun nedeni takıma zarar gelebileceği ihtimalindendir.
Geçen gün Hakan Bilal Kutlualp’e sordum. Malum kendisi en açık sözlü postmodern yöneticidir;
"Siz gerçekten memnun musunuz Lorant’tan ?"
Net olarak "hayır" diyemezdi elbette... Biraz Lorant’ın alınışındaki koşulları anlattı, biraz Fenerbahçe’nin silkinme ihtimalini hatırlattı ve cümlelerin arasındaki gizli bir muhalefet şerhi ile fikrimi onayladı:
"Elbette kendisi ile Ortadoks nikahı kıymadık"...
Ortadoks nikahı nasıl olur bilmiyorum ama, bozulan nikahların bahanesi olan şiddetli geçimsizliğin, aslında neler içerdiğini tahmin edebiliyorum.
Ne diyecek ki başkan, biletini eline verene kadar Lorant için...
"Arkasındayız"...
O önemli gün gelene kadar, malzemeci en çok onun kramponlarını temiz tutacaktır. Taraftar bağrına taş basacaktır... Lorant’ın zararlı olduğunu ağzından kaçıran eski futbolcular, hizipçilikle suçlanacaktır. Başkan basına, basın Oğuz’a bozuk çalacaktır. Taraftar yutkunacak, böyle giderse Ortega da kaçacaktır.
Ya takım canavar kesilecek, ya da bileti kesilecektir...
Ve o gün geldiğinde, Fenerbahçe kendini çok daha büyük bir çıkmaz sokakta bulacaktır. Oğuz’u denenmezse, takımın her ayağı tökezlediğinde konu önüne getirilecektir. Denerse, eleştiriler sürecektir. Oğuz başarılı olsa bile "Daha önce aklınız neredeydi ?" denecektir.
Bu olası kaosun farkına varanlar, radikal bir çözüm önermekte ve Başkan’ın gitmesini istemektedir. Aziz Yıldırım’ın söylemlerine bakılırsa, bu ihtimal de yok değildir.
Doğrusu Fenerbahçe’ye bu kadar işler yapmış bir başkanın sadece teknik direktör meselesi için tasfiye edilmesi de, aynı şekilde geride kapanmaz yaralar bırakacaktır.
Bundan sonra, göreve geldiği sene şampiyonluk kazanılmayan hiçbir başkanın nefes alma süresi bile olmayacaktır Fenerbahçe’de... "Hiç olmazsa Aziz Yıldırım, stat yapıyordu, Ortega’yı bile almıştı" denilecektir.
Eski başkanların görevdekinden güçlü olduğu bir Fenerbahçe’yi yönetmek, enflasyonu düşürmekten çok daha zordur Türkiye’de...
Önerim mi ne ?
Bırakalım sular kendi yatağını kazsın diyorum ben... Hariçten gazel okumayalım, en azından kimse faturayı başkalarına çıkaramasın.

Beşiktaş’a soruyorlar:
"Hakan Şükür’ü istiyor musunuz"? "Asla".
Trabzon’a... "Katiyyen".
Galatasaray... "Hayır".
Fenerbahçe... "Yoo..."
Bu arada Hakan Şükür de boş durmuyor. Kitap yazıp, "Sırtlarını bir güce dayayınca çok farklı davranabilen insanları" yanıtlayacakmış.
Yani ağzı dursa kalemi durmuyor.
Böyle giderse kitabına önsöz yazacak kimseyi de bulamayacak.

Fatih Terim, "Mağlubiyetten korkmuyoruz, nefret ediyoruz" demişti ya; biz de "nefret etmekten korkmuyoruz, fırsatını bulunca kusuyoruz" galiba...
Bir cesaret edebiyatıdır gidiyordu maçtan sonra...
Galatasaraylı futbolcuların Milli Takım’dan gelenleri dökülüyor, tüm futbolcuların pasları, hedeflerine şaşı bakıyor, bunun adına korkak futbol deniyordu.
Rakip desen; oyunu reklam panolarına kadar yaymış, faul ve adam durdurma arasındaki o hassas çizgiyi kuyumcu becerisiyle uyguluyor. Tekniği yüksek, fiziği yüksek, kariyeri yüksek, teketek Galatasaraylı futbolcuları Süreyya Ayhan’ın rakiplerine çeviriyordu...
Bunun izahı ise "taktik hata" ile yapılıyordu.
Deniyordu ki, "kanatlar çalışmadı"... Kanadını çalıştırmak için kanat çırpacak yer lazımdı... İspanyollar Ali Sami Yen’in tüm çimlerini zimmetlerine geçirmiş, çizgileri Türkler’e yasak olan sahil şeritlerimize çevirmişti.
Yerden kalkan her top gidip bir Barcelonalı’ya yapışıyordu maçta...
Ama, fatura Fatih Terim’in "eksik cesaretine" kesiliyordu.
Maçı izleyenlere soruyorum?.. Galatasaray "korkak" bir futbol mu oynuyordu, sarsak mı... Cüretsizmiydi, beceriksiz mi?.. Maçı Galatasaraylı futbolcular mı kaybetti, Fatih Terim mi?..
Korkmadan söylesinler!..
Bir de körü körüne cesaretin aptallık, gerçek cesaretin ise mantıken korkması gerektiği halde, başarmaya çalışmak olduğunu bilsinler.

Bazı saygın kulüplerimize musallat olan "köstebek", geçen hafta mekan değiştirdi... Fenerbahçe’den Beşiktaş’a geçti.
Herkes köstebekten şikayet ediyor ama, şöyle etrafa dikkatli baksalar kimbilir kaç çeşit daha "mahlukat" bulacaklar... Geviş getirenler, kan emenler, tek hücreliler, ısıran, anıran, suya kıçın kıçın dalan...
Arayan bulur; değil mi?..