Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Bir de ben anlatmayayım, zaten gına geldi herkese... Fenerli’de, Beşiktaşlı’da gülecek hal, Galatasaraylı’da moral kalmadı.
"İlahi Komedya"nın futbol versiyonu, Dante’yi bile kıskandırırdı yaşasaydı...
Ve Galatasaray Yönetim Kurulu tam anlamıyla "yolun ortasında" kaldı.
Acaba siz de gördünüz mü o enstanteneyi:
Mekan; Abdurrahim Albayrak’ın işyeri...
Aziz Üstel "hayli yorgun, ağlamaklı" çehresine yerleştirmeye çalıştığı acı bir tebessümle Lucescu’nun omuzuna atıyor kolunu, "biz" diyor, "iki sene daha hocamızla çalışmak istiyoruz"...
O sırada Albayrak, elindeki telefonu tuşluyor gelişigüzel... Sanki skandala kulaklarını tıkarsa, sorumluluktan kurtulacakmış gibi.
Yoksa, Fatih Terim’in evinde Galatasaray Başkan ve Asbaşkanı’nın düştüğü durum, daha mı komikti?.. Kim bilir?..
Galatasaray Başkanı Mehmet Cansun, yılbaşını Lucescu ile birlikte Fatih Terim’in evinde geçirmeyi planlasa da, Asbaşkan Fatih Altaylı’nın en azından Mart’a kadar Hoca’nın semtine bile uğraması pek mümkün görülmüyor.
Altaylı ana fikir olarak şunu söylüyor:
"Teklifimizi kabul etmeyecektin, niye eve çağırdın be kardeşim"...
Mehmet Cansun’a göre Fatih Altaylı, buluttan nem kapıyor. Çünkü Cansun, "ortada teklif falan yok. Kahve içmeye gittik. Biz hep gideriz" diyor.
Olayda bir bulvar tiyatrosunu kapalı gişe yapacak tüm ögeler var.
Beni asıl şaşırtan, kimi akıllı insanlar tarafından bu olayın arka planına, "entrika" gibi zeka çağrıştıran fantezilerin monte edilebilmesi.
Umarım öyledir...
Aksi halde; bazı kulüpler parasal anlamda hezimete uğrayan yöneticilerin elinden alınıp, nasıl "kayyum"a teslim ediliyorsa, Galatasaray’ın da yönetsel bağlamda aynı kadere varması beklenebilir.

Olayda iki "taraf" var... Biri Fatih Terim, diğeri yönetim.
Galatasaray "susmuyor" ... Terim ise "konuşmuyor"...
Bu durumda, olaya Fatih Hoca açısından bakmaya çalışanlar "kendi kendini tekrar ediyor".
Madem ki, tekrar edeceğiz, aynen kullanalım dedik...
İşte Ters Köşe’den alıntılar:
Hem hatırlayalım, hem de zamane modası "otoövgü"ye ayak uyduralım.

"...O artık, Türkiye’deki her teknik direktörün tepesindeki bir Ancelotti...
Niyeti böyle olmasa da, delikanlı kişiliğini örtülü bir şantaj unsuru olmaktan özenle korumaya çalışsa da, Türk Futbolu’ndaki dengeler kesinlikle yerinden oynayacak Terim’in dönüşüyle."
8 Kasım 2001 /Ters Köşe/Terim Motivasyonu

"Galatasaray Yönetimi, Fatih Terim’e "Futbol A.Ş.’nin başına geçme" teklifi götüreceklermiş.
....bu girişimin Galatasaray Yönetim Kurulu tarafından oynanan satrançta "geleceğe dönük" çok iyi bir hamle olduğunu tahmin etmekteyim. Olası bir başarısızlıkta "Fatih Hoca boştayken aklınız neredeydi" diyenlere, "Teklif ettik gelmedi" yanıtını verebilmek için.
Peki ya Fatih Hoca kabul ederse?
Zannetmem!.. Bu "Avrupa’da başaramadım" anlamına gelir ki, henüz kariyerinde hiçbir tırmanışı yarım bıraktığını görmedim".
15 Kasım 2001 /Ters Köşe/Terim’le Satranç

Aman nazar değmesin...
Beşiktaş’ta "gecikmiş bir balayı" yaşanmakta şu sıralar.
"Rüyalar" hayra yoruluyor.
Belli ki, "motivasyon" işe yarıyor.
Ben Kadir İnanır’a yanarım... Bir tek o, "tuhaf motivasyondan" mahkemelerde sürünüyor.

Galatasaray-Kocaeli maçı, kar yağışı gerekçesiyle değil de Ali Sami Yen’de kömür olmadığı için ertelenmiş...
Doğru mu, yanlış mı bilmem, ama bu tespite şehvetle sarılan eleştirmenler, bende mide bulantısı yarattılar.
Yakacak meyva kasası bile alamadığı için ayaz gecelerde ölüme yatan milyonların, aç biilaç yaşam savaşı verdiği bir ülkede bunun neresi tuhaf.
Kömürü yakmayalım da sahaya mı yayalım, a benim "Anadoluperver" ve "halkçı" üstadım ?

Fenerbahçe’nin Bursaspor karşısında olumlu yorumlar alan futbolunun sırrı neydi?
Çift santrafor bereketi mi?
Şansı dönen Andersson mu?.. Sol iç koridorla kucaklaşan Abdullah mı?
Mirkoviç güvenliği mi, stopere zimmetlenen Johnson’ın yerini beğenmesi mi?..
Hakan Bayraktar’ın misafirliğe son vermesi mi?
Yoksa, Denizli’nin her maçta yenisini deneyip sonunda ulaştığı şifre mi?..
Evet... "Şifre denk geldi, kapı açıldı derken" , bu kez bir "müjde" ile irkildik:
Kırk gündür sakat olan Rapaic’in "kırkı çıkmıştı" ve Diyarbakır’da oynayabilecekti.
Yani...
Yeni şifre... Yeni varyasyonlar... Girenler, çıkanlar, mevkilerinden olanlar.
Olmaz ama, ürperdik hani...

Bir akrabasını, dostunu, ahbabını, asfalttan mezara taşımayan kaç kişi vardır bu ülkede acaba?...
Hem de en verimli çağında, en sağlıklı anında...
Buluşmayı beklerken, gülücüklerle yolcu etmişken veya formunun zirvesinde, antrenmana doğru yol alırken...
Trafikte ölmenin paradoksu bu işte:
Trafikte olmak gerek önce...
Enerjik, dinç ve yaşam mücadelesinin en yoğun demlerinde.
Sonra, araba alabilecek para veya en azından bir bilet ile ulaşılacak yerlerdeki arzular...
Yolun karşı tarafında bekleyen umutlar...
Yaşamaya en hazır anda, "hazır ve nazırdır motorize azrail".
Belki de bu yüzden trafik kazaları, ölümün en berbat "çoğul halidir".
Denizlisporlu Doğan Seyfi’nin cenaze törenini izlerken aklımdan bunlar geçti.
Çocukluk arkadaşım Sancar’ı, Hüseyin Amcamı, sayısız dostumu, meslektaşımı hatırladım.
Bolu’da, Çorlu’da, Doğu’da, taze kazaların yanından içim burkularak geçişlerimi.
Üzeri gazete örtülü bedenleri...
Muhteşem bir filmin, projeksiyon makinasına sıkışıp yanan karesi gibi.
Sersemletecek kadar ani ve sert duruş...
Hiçbir hesaba sığmayan bir bitiş...
En verimli çağında, en sağlıklı anında...
Dallıca Köyü yakınlarında...
Berbat bir iş.
Doğan Seyfi’ye rahmet, ailesine ve Denizlispor’a sabırlar...
Trafiğe lanet...