"Batsın bu dünya"!.. Hem de günde, sekiz - on saat boyunca...
Üç tekerlekli seyyar köfteci arabasına monte edilmiş ve çalıntı olduğu şüphe götürmeyen 45'lik oto pikabı, başka plak sürülmediği için hep aynı isyanda:
"Batsın bu dünya".
O sıralarda bütün gazeteler Cağaloğlu'nda... Hürriyet'in karşısındaki Başmusahip sokağa yeni yerleşen köftecimiz Gökalp, sahte Omo'dan yakalanıp meslek değiştirmek zorunda kalmış; sahte köfteler yapmaya başlamış. Baş etini ölçülü kullanıyor her halde... İnanılmaz bir lezzet yakalamış. Tazgahın altında, çay bardağında aslan sütü de daniskası... Ah bir de şu pikabı olmasa.
Herkes evden plak getiriyor ama, onun tercihi Gencebay. Müziğin yanısıra, avaz avaz kendi Omo'sunun gerçeğinden daha kaliteli olduğunu anlatıyor her köfte yiyene. Bir de akim kalan sahte pul basma girişimini.
Sonun başlangıcı
Bu genç ve bıçkın "girişimci"nin Cağaloğlu'ndaki öyküsü komik başlayıp dramatik bir şekilde sonlandı ne yazık ki...
Gökalp önce el arabasına tente ekledi. Bir iki sandelye, plaj şemsiyesi falan... Sonra minübüs boyutlarında bir baraka yaptı. Baraka tekerli ve belediyenin "işgaliye" vergisi kategorisindeydi. Lakin barakanın içinden orta boy bir ağaç geçiyordu; artık nasıl arabaysa!.. Gökalp kendine göz yumanları ve hoşgörenleri her gün yeni bir sürprizle şaşırtıyordu. Barakanın içinde akvaryum bile vardı ve köfteci "dükkanı"nın adı artık "kırıkçatal"dı...
Gökalp'in işleri de iyi idi, kafası da... Hatta Afgan malı kenevirini akvaryuma pipetle üfleyip kafayı bulan balıklarıyla eğleniyordu arada bir. Ama her kanun slalomcusu gibi elindekiyle yetinmiyor "mesleğinde" büyümek istiyordu...
Cesaretini "onu görmezden gelen" kanunlardan alıyordu.
Bir gün, kazmayla barakanın dayandığı duvara içerden kapı açtı. Önünde kocaman boş bir bodrum vardı. İçeri elektirik uzatıp, başladı masaları atmaya ve kapıda bekleyen köftesever kalabalıklara yeni salonunda çilingir sofraları kurmaya. Para olukla...
Gökalp'in dükkanına dahil ettiği mekan neresi miydi?.. Cağaloğlu'ndaki Milli Eğitim Müdürlüğü'nün boş mahzeni... İş meydana çıkıncaya kadar, bir iki ay orayı meyhane yaptı Gökalp. Yani ruhundaki "vahşetin çağrısına" uyup bıçağı kemiğe dayadı... Hem de Devlet'in kemiğine.
Bir daha da görmedik kendisini.
İki "OTORİTE" fazla
Gökalp'in öyküsü gibi naif ve tatlı uyanıklıklarla başlayan, ancak cesaretlendikçe bıçağı devletin kemiğine kadar dayayan "meslek"lerden en günceli ise tribün baronluğu bugünlerde...
Taraftarlık, çoşturma falan derken "Karıncaezmezlerden insankesenlere" kadar aşama kaydeden bu meslek, artık "meslek içi gelişime" kapalı.
İlerisi görünmüyor. Dolayısıyla "gelişemeyen her illegal iş" gibi son çılgınlıklarıyla yok olma sürecini hızlandırıyor.
Stadlarda iki "otorite" fazla şimdi...Ya onlar, ya devlet. Biri galip gelecek.
Benim anlayamadığım cümle kanallarda bu meselenin eski - yeni yöneticilerle tartışılması. Yahu, Gökalp'i bizim "vay hinoğlu hin" diye yüreklendirmemiz gibi,o insanları da, o sayın yöneticiler yarattı. Zaman geldi kullandı. Zaman geldi haraç verdi. Ne zaman ki, yarattıkları frankenştayn kontrolden çıktı; şimdi mi "Türk futboluna zararlı" oldular. Bu nasıl mantık... Yaratıcılara mı sormalı "bu hilkat garibesi nasıl yok edilir" diye. Sorduğunuzda; çoğunlukla "kıyamıyorlar" eserlerine. Laf uzuyor, sulanıyor, dolanıyor. Eğitim, sevgi, barış gibi "o arkadaşlara" yabancı konulara odaklanıyor. "O arkadaşların" da içinde olacağı formüller aranıyor.
"ÇOK ÖZEL" güvenlik
Aynı mantıkla tribün baronlarını özel güvenlik kadrosuna alın, baş edemiyorsanız. Onlardan büyük "otorite" mi var tribünlerde. "Otur" diyorlar 10 bin kişiye; oturuyor hepsi... "Kalk" ; kalkıyorlar. "Bağır" ; bağırıyorlar. Versin kulüpler piyasasına göre paralarını - ki zaten dolaylı ya da direk yollardan veriyorlar... Çıksanlar, "susun" desinler. Tribünler sussun. Uymayan zor çıkar... Sıkar.
Madem ki "tribün terörüne yöneticiler fren koyar"; Kapkaççılar, motosikletli yunus olsun, hortumcular ekonomist... Zamparalar evlilik danışmanı, transseksüeller feminist.
İşte, güzel ülkemizde ipin ucu kaçan her işte olduğu gibi bu mesele de olayda katkısı olanlar tarafından insafsızca mıncıklanıyor.
Ben bir tek şeye güveniyorum; devletin kemiğine dayanan bıçağa...
Ya kemiksiz löp et olacak devlet; ya da o bıçak, geldiği yere...
Dikkat edin, Portekiz'deki Euro 2004 finallerine gitmemiz tehlikede!..
"İngiltere'ye yenilirsek" mi?.. Hayır, İngilizleri döversek.
Sorun, bu seviyede.
Doğa kıskançtır aslında. Sinsi ve kıskanç...
Yoksa niye balerinlerin, futbolcuların dizleri sakatlansın ilk önce.
Niye viyolonistin parmak mafsalları kireçlensin, keyif adamının karaciğeri iflas etsin... Bahşettiği yaşamın ve zekanın tahsilatına, Beethoven'in kulaklarından, Cemal Kutay'ın gözlerinden başlayan doğa, adil mi sizce.
Adalet olsa; niye sevgili Mehmet Tan'ın beyni kanasın, kalbi dursun.
İnsanları en iyi yerinden vurmaya bayılır doğa.
Geç bulup, çabuk kaybettiğim bir dostumdu sevgili Tan. Yazılarının kalibresi, futbola bol gelirdi. İnsandı, insan...
Dedim ya; doğa kıskanç... Beni de sevdiğim insanları eksilterek bitiriyor.
Önemli olan düştükten sonra ayağa kalkmaktır. Christoph Daum
Daha da önemlisi, düşmemektir.
Ercan Güven
Allah düşürmesin. Anonim
***
Gerçek Fenerbahçe'yi altı ay sonra göreceksiniz. Daum
Biz görürüz de Daum görebilir mi acaba?
***
Enke'ye kefilim. Daum
Kefil tamam da senet kimin?
Bir futbol olayını, "kişisel saplantıların" bağnazlığı ile değerlendirmek ve her koşulda bu tarzı "tek gerçek" olarak öne sürmek de "skor yazarlığı" değil midir acaba?.. Zihnimizde insanlara verdiğimiz "bireysel skorların" yazarlığı yani...
Tabi, yeri geldiğinde skor yazarı da olacaksınız. Ama önyargılardaki değil, yaşamdaki "sonuca" göre anlamlandıracaksınız "eylemi"!..
Mesela Lucescu'nun yeni transferleri kenarda tutup, gedikli şampiyon takımla sahaya çıkması, mutlaka yanlış mıdır sizce?..
Nereden biliyorsunuz?.. Hocayken aynı şeyi yapıp hatanızı mı anladınız? Futbolculuğunuzda yeni bir takıma transfer olup, kulübede kaldığınız için mi bunaldınız? Kulübedekilerin akrabası mısınız da tepkilerini kestirebiliyorsunuz?
Bir hocaya milyon dolarlar ödeyip, emrine milyonlarca dolarlık futbolcu vermişseniz; o da, parasını ödediğiniz kariyeri ve futbol birikimi ile taze futbolcularını belirsiz bir süreliğine kulübenin sıcağına mahkum ediyor ve orada pişmelerini istiyorsa... Ancak sonuca göre ya hocayı çarmıha gerersiniz, ya da "helal olsun" dersiniz.
Önce birini, sonra diğerini yapmak zorunda kalmak, zihindeki skor tabelasının kısa devresinden başka bir şey olamaz.
Spor Ana Haber'de duydum; Ronaldo ishal olmuş..
Ayrıntı yok... Kıvamı nedir? Ağrılı mı? Helaya hangi sıklıkla gidiyor? Kaç metre tuvalet kağıdı harcadı?
Ayıp yahu!.. "Rahatsızlandı" deyip geçseniz yetmiyor mu?.. Ya da "bağırsak enfeksiyon"...
Utanmasalar "Ronaldo cırcır" şeklinde okuyacaklar "flaş" haberi, reyting ishalleri.
SPOR
HEP BÖYLE KAL: 2-0
At yarışları
Avrupa Ligleri
Potada Rus ruleti: 66-75
2. LİG puan durumu
Yıldız yağmuru
Güneş harekatı
Lucescu döktürdü
Ortega'ya özgürlük
Sabri'nin düşlerini Fenerbahçe süslüyor!
Teröristler
Formula'da işlem tamam
Sevik'i anıyoruz
Haber turu...
Lucescu da nerden çıktı!
Kemiğe dayanan bıçak
Akıllar İngiltere'de