Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Adı konmasa da bir savaş bu! Futbol cephelere bölünüyor. Her hafta yeni bir mevzi kazılıyor, yeni silahlar deneniyor, yeni zırhlar icad ediliyor... Hakemler ajan, rakipler düşman ilan ediliyor. Milis güçleri ve partizan kuvvetleri örgütleniyor...
Henüz kayıplar hesaplanmadı ama, futbol yoğun ateş altında ve kan kaybı telafi edilemeyecek boyutlarda.
En haklı savaşların bile alın yazısı olan "kirlenme", amacı "yüce kulüp çıkarlarını korumak" olan bu savaşta, "Meksika dalgaları" gibi yayılıyor.
Görünen bahanesi "futbol" olan bu savaşta, ilk kurban "futbol" ama kimin umurunda... kime ne, sahadan, taktikten, golden, futboldan... "Kutsal" olan puan... En büyük futbol adamı ise, puanı masa başında kazanan...
Günün mana ve ehemmiyetinden nemalanmak için değil, bu "cinnet"i protesto etmek için Ters Köşe’nin konu başlıklarını savaş jargonundan seçtik.
Süregelen "savaş"ın saçmalığını belirginleştirmek için de, yöneticilerin mantık ve taktik hatalarını irdeledik.
Baştan uyaralım!.. Aşağıdaki yorumlar, son olayların son adımlarında yapılan falsoların değerlendirmesidir. Kimse çıkıp da "o aslında çok iyi adam, şunun Türk futboluna katkıları, bunun insanlığı, ötekinin çalışkanlığı" demagojilerine girmesin.

Ben de maçtaydım ve Ali Eren’in atılmasıyla Aziz Yıldırım’a pet şişeler fırlatılması arasında, saliseler olmasına şaşırdım.
Perşembe günü Ulusoy’un bürosunda Bülent Yavuz’un sesini Beşiktaş yönetim kurulu üyeleri dinlemişti ama tribünlerle de paylaşmışlar besbelli.
"Niye maçtan önce bir basın toplantısı yapmadı Serdar Bilgili" diye eleştiriyorlar ya, dar kapsamlı bir basın toplantısı yapılmış oysa...
Mete Düren’e göre Beşiktaş cephesinin de Muhittin Boşat’tan şüpheleri varmış maçtan önce. "Hata yapabilir" diyorlarmış. Aziz Yıldırım atik davranınca, frene basmışlar.
Neden?.. Aziz Yıldırım’ın telefonu "ters teper" diye düşündüler herhalde!.. "Sesimizi çıkarmayalım, bekleyelim" dediler.
Ama "federasyondaki hesap, sahaya uymadı". İşin kötüsü, taraftar da telefon meselesini biliyordu ve yenilgiden sonra bir açıklama getirmek gerekiyordu.
Serdar Bilgili’nin o talihsiz basın toplantısından takıldığım kelimeleri not aldım:
"Tetikçi, katlederek, gasp, suç ortağı, aciz, cüret, basiretsiz, şaibe, tehdit, maşa, utanç, Vs..."
Şimdiden yazayım! Birbuçuk yıl sonra, genel kurul tarihi yaklaşırken, başkan en sevimli tavrını takınacak ve "Geçen dönem bazı hatalarım oldu elbet. Mesela Fenerbahçe derbisinden sonra o kadar sert olmamalıydım" diye konuşacak.
Gelelim işin teknik yönüne... Ne demiş Aziz Yıldırım, MHK Başkanına?..
"Hakem Boşat’tan endişem var"...
Haksız mı?.. Ama "piyango" Beşiktaş’a çarptı.
Neye kızıyor en çok Serdar Bilgili?...
Aziz Yıldırım’ın MHK Başkanı Bülent Yavuz’a telefonuna...
Yıldırım telefonla memurunu aramış, ama sen Ulusoy’un yanında oturuyorsun başkan... Üstelik Federasyon başkanı ile "kan kardeş" gibisin, seçimde arka çıkan Ulusoy, sana özel telefonlarını bile dinletiyor... Burada bir "torpil" yapılacaksa, sen ilk sıradasın. Ya da Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’un gücü hiçbir şeye yetmiyor... O zaman da yanlış adamla muhabbeti koyulaştırmışsın.
Şimdi, Başkan’a sormadan bir sivrisineğin bile dolaşamayacağı federasyondan, Bülent Yavuz’un kellesini istiyor Bilgili... Çok sevdiği ve güvendiği menajeri Sinan Engin ise, "Hakem hata yapmışsa kişiseldir. MHK Başkanı Yavuz, benim komutanım. Saygı duyarım. O yapmaz" diyor. Gel de çık işin içinden.
Beşiktaş yöneticilerinin tarihi hatası, Federasyonla görmeleri gereken "hesaba" Fenerbahçe’yi de katmaları. Bunun altında, belki de takımın kaybolan umutlarını ikinci plana atma amacı yatıyor. Mesela Daum’un "Nihat’ı satan şampiyonluğu satar" lafını unutturmak gibi...
Beşiktaşlılar’a enjekte edilen üst düzeyde motivasyonu seyreltmek mümkün olmayınca, yönünü mü çevirmeye çalışıyorlar bilinmez.
Herkes Sinan Engin kadar "harbi" olamıyor. Ne dedi Engin:
"Başarısız olduk ben ayrılacağım"...

Başkan Aziz Yıldırım’ın Beşiktaş maçından önce Lig’in "şaibeli" olduğunu iddia etmesi başkadır, MHK Başkanı Bülent Yavuz’u arayıp, "ayağını denk at" demesi başka...
Gemiler yakılmıştır.
Bu olay, Türkiye’nin en büyük kulüplerinden biri ile Federasyon arasındaki güvensizliğin en büyük belgesidir ki, Haluk Ulusoy’un "memurundan gelen telefonu diyafonla Beşiktaş yöneticilerine dinletmesiyle" söz konusu güvensizliği sonuna dek hak ettiği anlaşılmaktadır.
Yani, Fenerbahçe ile Federasyon arasındaki alıp verememeyi anlamlandırmak, "çok zararlı olduğunu bile bile" kaçınılmaz bulmak, mümkündür.
Peki, arkalarında kitleler olan iki kulüpten, belki en son zıtlaşabilecek ikisini karşı karşıya getirmek, bir yöneticilik dehası olarak mı yorumlanmalı, strateji hatası olarak mı?
"Savaşan" tarafların, saldırılan güçle karşı koyması ve direnemediği noktada "ittifaklar" yaratması kuralı tekrarlanıyorsa, bunda Sarı Lacivert formalı yöneticilerin "gafleti" yok mu?
Mesela, maçtan sonra ikinci başkan Nihat Özdemir’in "gördün mü işte şaibeyi" anlamındaki çocukça bir nispet olarak algılanacak cümleleri, neyin nesi?
Başkan Aziz Yıldırım’ın Federasyona gönderdiği, "yaptım, yine yaparım" mesajı, kazanılmış bir derbiden sonra gelmiş olmasa, "savaş mantığı içinde" mazur görülebilir... Ama umutlarını kaybetmiş bir Beşiktaş; Fenerbahçe’yi "bu tavrın başarılı kılmadığını" milyonlarca taraftarına nasıl izah edebilir?
"Tehditse, tehdit"... Yani, "Ben Fenerbahçe’nin hakkını söke söke alırım"... Yani, "Beşiktaş avucunu yalasın"... Yani, "Yöneticisi tuttuğunu koparan taraf kazansın"... Gibi gelmez mi onlara?..
Aslında olay çok basit... Federasyonla kozunu paylaşmaya çalışıyorsun. Ama her yüklenmede, kaçınılmaz olarak onun temsil ettiği tüm değerler ile onunla iyi geçinenleri de rencide ediyorsun. O anda rakibin kimse, onu federasyona müttefik kılıyorsun.
Ve sorulması gereken anahtar soru şu:
Fenerbahçe Yönetimi’nin, Trabzon - Galatasaray maçı Futbol Federasyonu tarafından ertelendiğinden beri sürdürdüğü ve giderek genişleyen "savaş", takımın lig sıralamasına, maçlarına, transferlerine, gelirlerine somut bir yarar sağladı mı?.. Hayır...
Hakem hataları mı bitti, adalet mi döndü, adalet isteyenler biraraya mı geldi?
Hayır...
Şimdilik "karşı cephe" Beşiktaş’la takviye edildi sadece...
Şurası kesin ki, "savaş" uzadıkça, kaybedilmesi kaçınılmaz olacak.
Kazanana ise "Pirus zaferi"... Ortada kazanılacak bir şey kalmayacak.

Galatasaraylı yöneticiler, her ne kadar bu "savaş"ın dışında kalmaya çalışsalar da, bazı kişisel gaflarla "kirlenme"ye katkıda bulunuyorlar şimdilik.
Florya’yı "tarafsız bölge" ilan etmek de, sanki konjoktür gereği bir taktik. Eski yönetimin nasırlarına basıldığında, rambo kesildiğini görmüştük zamanında... "Savaş yıkım getirir" diye değil, şimdiki konumlarına uymadığından susuyorlar şüphesi var bende.
Federasyon Başkanına, "Üzerindeki Galatasaray formasını çıkart" uyarısına kulak tıkadılar, "Bu Lig şaibelidir" suçlamasına alınmadılar, şimdi de Abdurrahim Albayrak’ın hakemle aynı mekanda görülmesini "delil" sayanları tınmıyorlar...
Onlara "savaşın" diyen yok ama, "konuşmak" zorundalar.
Bugüne kadar, sahada bir türlü 11 kişi göremedikleri İstanbulspor’dan "meçhul" nedenlerle adam eksilten hakem Orhan Erdemir, o gece neyi kutluyordu?
Yeni yönetimdeki görevi "tanımlanamayan" Abdurrahim Albayrak’la buluştu mu, yoksa olay raslantısal bir durum mu?..
Kalbimizi bozmayalım ve "tamamen tesadüf" diyelim; o zaman niye bir Allahın kulu çıkıp da, "Karşılaştık, ne uzatıyorsunuz" demedi?
Ortada ilginç bir savunma var ki, kafaları daha çok karıştırıyor:
"Abdurrahim Albayrak aptal mı, şike yaptığı adamla Tarabya’da buluşsun"!
İş böyle mantık yürütmelere kalırsa, biri de çıkar der ki, "hayır çok akıllı... Sizin bu mantık kurgusunu yapacağınızı hesapladı"...
Gıllıgışlı işlerde mantık kilitleniyor kısaca...
Hem böyle zeka oyunlarına ne gerek var. Bizde "beyan usulü" geçerlidir. Başkan Canaydın, "kapıya haciz kamyonları dayandı" demişti, ona bile inanmıştık.

Durumu tersten düşünelim... Öyle bir Federasyon var ki, çalışan bir memurunu tehdit ettiğinde, rakip takımın yöneticisi başkanın akrabası bile olsa, hakeme istediğini yaptırabiliyorsun.
Başkan, mağdur durumdaki takımın yöneticilerine telefonu dinletiyor ve "görüyorsunuz" diyor... "Öbür takımın başkanı çok ciddi. Dünyayı başımıza yıkacak. Hakem mecburen sizin takımdan bir iki futbolcuyu atacak"...
Olabilir mi? Elbette hayır...
Bakmayın siz Haluk Ulusoy’un "Aziz Yıldırım’ın cezasından benim haberim bile yok. Çok üzüldüm" demesine... Fenerbahçe Avrupa’da tur atlarsa "çiftetelli oynayacağını" deklare etmesine... Ata Aksu’nun, "Aziz Bey Tahkim Kuruluna gitse de şu cezayı sildiriverse" diye yol göstermesine. Dört ay "hak mahrumiyeti" cezası alan Aziz Yıldırım’ın hiçbir haktan mahrum kalmadığı gibi, bir yandan Federasyona çatarken bir yandan da Kore’ye davet edilmesine...
Elbette "günü gelince" yapacağı bazı şeyler vardır Başkan Ulusoy’un.
Tek kelimesiyle bu saçma savaşı bitirecek, Aziz Yıldırım’ı susturacak, şaibelere nokta koyacak, hakem hatalarındaki kuşkuları silip atacak gücü var onun...
Tek kelime ... "elveda"...