Erol Yaraş

Erol Yaraş

ege@mil­li­yet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ben bu filmi gördüm diye bir söz vardır ya, aynen öyle İzmir bu filmin yıllar önce başka bir versiyonunu seyretti: o filmin konusu “Bergama Altın Madeni” idi.
90’lı yıllarının ortasında İzmir’de yine bir gurup bugün termik santralda olduğu gibi ortaya çıktı ve “biz bu madeni istemiyoruz” dedi.
Yine aynen bugün termik santralda olduğu, gibi altın madeniyle ilgili yalan yanlış olumsuz demeçler havada uçarken, hiç unutmam anlı şanlı bir profesörümüz “Bergama’dan yayılacak siyanür buharıyla İzmir ve çevresinde milyonlarca insan ölecek” demişti.
Aynı şekilde bir takım çevreciler “Avrupa’da bir tek altın madeni yok. Bu işler gelişmiş ülkelerde olmaz, Türk insanının değeri Avrupalı bir insandan daha mı az” diyerek yalanlarıyla Türk toplumunu kandırıp madeni çalıştırmamak üzere senaryoları art arda sıraladılar. Hele bunların Korte isminde bir yabancı bilim adamı vardı ki palavralarını hala unutamam.
Sonra bir baktık ki İspanya, Fransa ve İsveç’te altın madenleri şakır şakır çalışıyor hem de siyanürlü metotlarla.
Türkiye’ye bu konuda en büyük darbeyi de komşumuz Yunanistan vurmaya çalışıyordu. Hatırlarsanız o dönemde Yunanistan bizi Avrupa Birliği Çevre Komisyonlarına şikayet ediyor “Türkler Bergama’daki altın madeniyle tüm Ege Denizi’ni kirletecekler, balıkları öldürecekler, denizlerde yaşam bitecek” naralarıyla ortalığı ayağa kaldırırlarken birde ne görelim, bizi şikayet eden Yunanistan kendi ülkesinde altın madeni işletiyor. O gün bu tiplerin bir tek hedefi vardı; Türkiye madenlerini çalıştırmasın, dışarıya muhtaç olsun.
90’lı yılların ortasında yalanları ortaya çıkan o günün sözde çevrecileri ister istemez geri adım attı. Çünkü Türk toplumunu kandırıyorlardı.
O günlerde bu işin başını çekenler daha sonra Bergamalı köylülerin yüzüne bakamaz hale geldiler. Şimdi yıllar sonra aynı taktik termik santraller için uygulanmaya çalışılıyor.
İsimlerinin önünde Prof. unvanı olan bir takım öğretim görevlileri bu santraller çalışırsa bu bölgede binlerce insanın öleceğini, zehirleneceğini, ağaçların kuruyacağını ve tarımın yok olacağını iddia ederek kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Hatta bir tanesi daha da ileri giderek “Almanya’da termik santral yok. Neden, Almanlar aptal mı? Ren nehri kıyısında santral kursunlar” diyerek bu konuda ne kadar cahil olduğunu ortaya koyuyordu.
Ama artık aslı astarı olmayan bu söylemler taraftar bulamıyor. Bir haftadır İzmir basınında Almanya’daki termik santralarla ilgili haberler var. Gidildi, görüldü ve yerinde incelendi. Burada aylardır bize “sözde çevrecilerin” anlattıklarının palavra olduğu çevreci Almanya’da gözlendi.
Gezilen termik santralların hepsi yerleşim birimlerinin içinde, ormanların dibinde veya tarım arazilerinin ortasındaydı. Ortada ne bir cüruf ne kül dağları vardı. Bu tesislerin etrafında yaşayan insanlar güven ve huzur içindeydiler.
Almanlar dünyada en katı çevreci olarak bilinen toplumların başında gelirler. Onların doğasına, insanına, tarımına, zarar vermeyen termik santraller, Türk insanına mı zarar verecek? İşte bizdeki sözde çevrecilerin cevap vermesi gereken sorular bunlardır.
Dünya standartlarının üstünde santral kuracağını belirtilen yatırımcıların önünü açmalıyız. Başta Türk sanayicisi ve halkı ucuz enerji kullanacaksa bunun yolları belli. Amerika’yı yeniden keşfetmek için gemi yapmaya gerek yok. Herhangi bir uçak bileti sizi oraya çok kısa sürede götürebilir. Onun için başta Amerika, Avrupa, Japonya gibi kalkınmış ülkeler ne yapıyorsa biz de onu yapalım.
Türk halkını palavralarıyla kandırmaya çalışan sözde çevrecilere son bir sözüm var. Sakın bana bu konu ile ilgili mail atıp zahmete girmeyin. Ama isterseniz sizinle başta balık çiftlikleri olmak üzere, trolcülere, gırgırcılara, olmadık yerde taş ocağı açanlara karşı ortak hareket edebilirim. Çünkü ben sizden daha çok çevreciyim.
Şunu hep berber kavramalıyız ki bu ülkede hem sanayiyi, hem de çevreyi yaşatacak ortamı el birliği ile oluşturmalıyız. Onun dışında Türkiye’nin başka bir alternatifi yoktur.