Abdullah Öcalan’ın İmralı’da avukatlarına yaptığı açıklama, hükümetin “Kürt açılımı”nı, içeriğini bilmeden, gözü kapalı biçimde kayıtsız şartsız destekleyen kesimlerde hayal kırıklığı yarattı.
Her ne kadar “Muhatap millettir” denilse de hem hükümet çevrelerinin hem de hükümetin “Kürt açılımı”nı destekleyenlerin bir kulağı İmralı’daydı.
Bu kesimlerdeki beklenti, Öcalan’ın yumuşak bir açıklama yapması, üniter devleti öne çıkarması, ayrılıkçı taleplerde bulunmaması, farklı kültürlerin ortak miras olduğu, zenginlik oluşturduğu, anayasa düzeyinde korunması, Kürtçenin seçimlik ders olmasıyla işe başlanabileceği gibi ifadeler kullanmasıydı...
Böylece İmralı, hükümetin elini güçlendirecek, gözü kapalı destekçiler de, “Gördünüz mü, ne kadar masum talepler hiç de ayrılıkçı değil, demokratik ve bütünleştirici” diye döşeneceklerdi.
Ama öyle olmadı!
Adı konmamış devlet
“Kürt açılımı” arayışı sürecinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP lideri Deniz Baykal’ın görüşüp görüşmeyeceği de merak ediliyor. “Kürt açılımı” tartışmasına CHP’nin bakışını saptamak için görüştüğüm Baykal’a, Erdoğan’la görüşme meselesini de sordum.
CHP lideri, bu konunun basına yanlış yansıdığını söyleyerek şu yanıtı verdi:
“Benim, bana niye bakanı göndermek istiyorsunuz diye de bir şikâyetim yok; ben Başbakan’la görüşeyim diye de bir talebim yok. Kendi takdirleridir.”
Baykal, bu tartışmayla fazla ilgili değil. Kendisinin ve partisinin görüşlerini açıklamaya çalışıyor.
CHP, kamuoyuna yansıtılmaya çalışıldığı gibi, konuya gözlerini kapamış, kapılarını kilitlemiş değil. Aksine Baykal, bu konuya en fazla kafa yoranın kendisi ve partisi olduğunu vurguluyor. Ayrıca sırf muhalefet etmek için muhalefet etmediklerini, bu yöndeki eleştirilerin de dayanaksız ve art niyetli olduğunu düşünüyor.
O halde, Baykal’ın ve CHP’nin Kürt sorunu” ve/veya “Kürt açılımı” konusundaki duruşu ve önerileri nedir?
Emekli Org. Özkök, “Sizin için, komutan arkadaşlarını ihbar etmiş oldu deniyor” sorusuna şu yanıtı verdi: “Arkadaşlarımın kanunsuz bir iş yaptıklarından emin olsaydım, onları ihbar etmekten asla çekinmezdim. Çünkü, hukuk benim için dostlukların üstündedir.”
‘DARBE KABA KUVVETTİR’ DİYEN ÖZKÖK, DARBE İDDİALARINA MUHATAP OLAN ARKADAŞLARI İÇİN BÖYLE KONUŞTU:
Türkiye’de demokrasinin güçlenmesi, yerleşmesi, askerin siyasete müdahale etmemesi, edecek koşulların hiç oluşmaması temennileri yoğunlaştı ve darbe döneminin kapandığı şeklinde eski komutanların beyanları oldu.
- Ben de benzer şeyler söyledim. Neden kapandığı konusunda argümanları sıraladım. O beyanatımı incelerseniz, oradaki her argümanın bu zamana kadar olan birikimlerimin ve tecrübelerimin mahsulü olduğu görülecektir.
Yani, bu dönem kapanmıştır artık. Türkiye için de kapanmıştır. Dünya için de kapanmıştır...
- Bir zamanlar Güney Amerika’da olsun, Afrika’da olsun erken kalkan general darbe yapıyordu. Sıradan bir olay haline gelmişti. Yani, çok anormal bir şey olarak görünmüyordu. Şimdi öyle değil. Sonra, o zaman insanlar her şeyi kaba kuvvetle hallediyorlarmış.
İnsanlar gelişe gelişe kaba kuvvet kullanmamayı, bu işi
Özkök, “Orijinal yer isimlerinin geri verilmesi, bence uygulanabilir bir istek değil. Ankara’ya da Angora mı diyelim? İsteklerin de biraz daha makul olması lazım. Örgütün silahı bırakıp ulusun hoşgörü ve merhametine sığınması meseleye büyük katkı sağlar” diyor
CHP ve MHP karşı çıkıyorlar. Sayın Bahçeli çok sert tepki gösterdi. Sayın Baykal, işi çözelim derken cumhuriyeti dağıtmayalım, dedi. Süreç böyle bir soruna yol açar mı?
- İyi sevk ve idare edilemezse açar tabii.
İyi düzenlenemezse...
- İyi düzenlenemezse gayet tabii ki soruna yol açar. Atılacak adımlarda zamanlama çok önemlidir. Bu işin adım adım olması gerekir. Süreçte başarısızlıklar karşısında alınacak tedbirler de dikkate alınmalı ve planlanmalıdır.
Çok büyük bir proje bu. Yıllar önceden birikmiş problemleri gidermeye dönük bir proje. Bana öyle geliyor ki biraz abartılmış problemleri de içeriyor. Örneğin, daha başlangıçta orijinal yer isimlerinin geri verilmesi isteniyor. Bu bence uygulanabilir bir istek değildir.
O zaman İzmir’e de Smyrna mı diyelim veya Smyrna’dan önce kullanılmış başka ismi varsa, onu mu kullanalım? Ankara’ya da Angora mı diyelim? İsteklerin de biraz daha makul olması lazım. Bence
Zor günlerin komutanından dün, bugün, yarın - 1
Eski Genelkurmay Başkanı Özkök, devlete isim verme konusunda birçok ülkenin kendilerine göre çözümler bulduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor:“Mesela Osmanlı demiş, Selçuklu demiş, Amerikalı demiş. Ama hepsi şöyle veya böyle bir çözüm bulmuştur”
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. Hilmi Özkök son günlerin en konuşulan ismi. Sadece Ergenekon soruşturmasıyla değil, ülke sorunlarına farklı yaklaşımları nedeniyle de görüşleri merak ediliyor.
Hilmi Özkök Paşa konulara sadece askeri açıdan ve güvenlik penceresinden bakmıyor; ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yönleriyle ve küresel bir bakış açısıyla yaklaşıyor.
Özkök Paşa’yla “Kürt açılımı”ndan darbe günlüklerine; Başbakan Erdoğan’la ilişkilerinden Atatürkçülük anlayışına kadar gündemdeki tüm konuları açık açık konuştum.
Özkök Paşa’nın sorularıma verdiği yanıtlar şöyle :
“Kürt açılımı” paketinin ne zaman açılacağı merak konusu. İçerik henüz belli olmadığından tartışmalar “olsa, olsa” yöntemiyle sürüyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan ilk kez “ne zaman” sorusuna yanıt verdi. “İçeriğin açıklanması için yılbaşına kadar bekleyecek zamanımız yok” dedi. Demek ki, içerik yılbaşından önce açıklanacak. Yılbaşını bekleyecek zaman yok. Neden yılbaşını bekleyecek kadar zaman olmadığı konusuna ise bir açıklık getirilmedi. Anlaşılıyor ki, hükümeti belli bir zamanla sınırlayan faktörler var.
Obama’nın tavsiyeleri
“Kürt açılımı”nın iç dinamikleri tartışılıyor, ancak, dış boyutu üzerinde fazla durulmuyor. Oysa bu sürecin başlatılmasındaki zamanlama dikkat çekiciydi.
Ankara’nın Ermenistan, Kürt sorunu ve azınlıkların dini talepleriyle ilgili çalışmaları neredeyse eşzamanlı bir biçimde hızlandı.
Ankara’nın hızlanmasıyla ABD Başkanı Barack Obama’nın Ankara ziyareti arasında gözle görülür bir paralellik var.
Yaşadığımız sorunun Türklüğü ve Türk milleti tanımını üst kimlik olarak kabul etmeyen DTP-PKK çizgisi olduğunu herkes biliyor. Zaten hükümet dahil herkesin “Kürt sorunu” demesinin nedeni de bu...
Ancak gerek hükümet cephesinde gerek DTP cephesinde sorunu “birden fazla etnik grubun sorunu” gibi sunma gayreti var. Bir çeşit kamuflaj çabası gözleniyor.
Örneğin söze, “Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Boşnağıyla” diye başlamak gibi... Veya “Anayasa’ya Kürt kimliğinin girmesi talebimiz yok ama etnisiteyle ilgili ayrıntıya da yer verilmesin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı vurgusu öne çıksın” gibi...
Diğer etnik gruplar
Birincisini daha çok Başbakan Erdoğan kullanıyor. Sadece Kürtleri zikretmek yerine diğer etnik grupları da zikrediyor. Bu arada Türk kimliğini de bir etnik kimlik olarak sayıyor.
Bu yaklaşım iki açıdan gerçekçi değil:
Hükümetin başbakan düzeyinde muhatap aldığı tek parti olan DTP’nin eşbaşkanı Emine Ayna, basındaki, “sorun çözücüler”den çok daha temkinli hatta tehditkâr konuşuyor. Ayna, Ahmet Türk’le birlikte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmüştü.
Bu görüşmeden sonra basına yansıyan “AKP ile DTP sorunu çözüyorlar; CHP ile MHP engel oluyor” havası Ayna’nın sözleriyle örtüşmüyor. Ayna, Başbakan’ın girişiminden ciddi biçimde “kuşku” duyuyor.
Önceki gün şöyle konuşuyordu:
“Birilerinin bizle görüşüp birilerini devre dışı bırakma niyeti varsa biz bu oyuna gelmeyiz. PKK ve Öcalan’sız bir barış süreci olmaz. Biz 15 Ağustos’ta Öcalan’ın açıklayacağı yol haritasını önemsiyoruz.”
Bu sözler gösteriyor ki muhalefet partisi DTP, hükümetin yapacaklarını görmeden kendini bağlamak istemiyor.
DTP’nin hakkı!