CHP'yi kuranlar, genç bir kadroydu. Sadece düşünceleri ve fikirleri değil, yaşları da gençti. Bugünkü siyasal partilerimizde "çoluk - çocuk" olarak görülen ve önleri hep tıkanan yaş grubu, yetmiş - seksen yıl önce harikalar yaratıyordu. Cumhuriyet'i de o genç kadro kurdu, devrimleri de o genç kadro yaptı. Atatürk, tam 80 yıl önce bugün Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için Samsun'a çıktığında 38 yaşındaydı. CHP'nin temeli olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa - i Hukuk Cemiyeti'ni hayata geçirdiği zaman yine aynı yaştaydı. Saltanatı kaldırdığı zaman 41, Cumhuriyet'i ilan ettiği zaman 42... İsmet İnönü, 39 yaşında başbakandı.
Aralarında elbette yaşını başını almış, görmüş geçirmiş insanlar da vardı. Onlar da deneyimleriyle yeni devletin kurulmasına katkıda bulundular; ancak asıl itici güç, motor, hep o genç kadro oldu. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle, devrimci bir ruh ve yaratıcı kafa yapılarıyla, Batı'nın iki yüzyılda aldığı yolu on - on beş yıl içinde katettiler.
Sonra yaşlandılar. Ve 1950'de 27 yıl sahip oldukları iktidarı Demokrat Parti'ye devrettiler. Bu iktidar değişikliğinde, daha birçok nedenin yanı sıra, CHP kadrolarının yaşlanmasının da
ANAP lideri Mesut Yılmaz'la dün öğlen saatlerinde Meclis'teki odasında görüşüyoruz.
Yılmaz, DSP - MHP - ANAP modelinden umudu kesmemiş görünüyor.
ANAP liderine soruyoruz:
- DSP ile MHP bir araya gelebilirler mi?
- Evet. Bir noktaya geldik galiba.
- Sorun nasıl aşılacak?
ANAP lideri Mesut Yılmaz'la görüşmesinden sonra Başbakan Bülent Ecevit'le konuşuyoruz...
Ecevit, DSP öncülüğünde, "MHP'li modelin" gündemlerinden düştüğünü belirtiyor.
"Bunun, iki nedeni var" diye devam ediyor:
1- MHP karşımıza ülkücüleri çıkarttı. Muhatap olarak dernek gösteriyor.
2- Siyaset tarihimizde yaşanmamış bir örnek verdi. Başbakanın görüşme önerisini geri çevirdi.
Başbakan Ecevit, bunların ne anlama geldiğini de net şekilde şöyle ifade ediyor:
18 Nisan'dan beri bir kulağım CHP'de. Deniz Baykal'ın istifasından sonra gelişen olayları günü gününe izliyorum. Parti hala karmakarışık. O gün bugündür, hemen her akşam birkaç televizyon kanalında adı sanı duyulmuş CHP'liler açık oturumlara katılıyor, CHP'yi nasıl yeniden ayağa kaldıracaklarını tartışıyorlar. Gazeteler de her gün yaklaşan kurultayla ilgili haberlerle dolu. Tartışmalar, dönüp dolaşıyor, genel başkanın kim olacağında düğümleniyor. "Baykal dönsün", "Kimse aday olmasın, delege seçsin", "Ortak aday bulunsun" sözleri birbirine karışıyor.
Bu tartışmalar içinde, bir kişinin asıl gerçeği dile getirdiğini duydum. Adı, genel başkan adayları arasında geçen Gaziantep Belediye Başkanı Celal Doğan, farkında olmadan CHP'nin yazgısını özetleyiverdi. Aday olup olmayacağı sorusuna cevap verirken dedi ki:
"CHP'ye genel başkanlık, başbakanlıktan önemlidir. Belediye başkanlığı veya başka görevler genel başkanlık için bırakılabilir." (TGRT, 12 Mayıs 1999, Alternatif programı).
"CHP'ye genel başkanlık, başbakanlıktan önemlidir." Neden ki?
Nedenini düşünürken, birden 7 yıl öncesine gittim. Türkiye soğuk bir kış gününü
Başbakan Ecevit, partisinin dünkü grup toplantısında yaptığı konuşmayla yardımcısı ve eşi Rahşan Ecevit'in sözlerini yorumlayarak durumu daha netleştirdi.
Şöyle ki:
Ecevit, eşinin dile getirdiği kaygıların bugünkü MHP yönetiminden değil, geçmişten kaynaklandığını belirtti.
Bugünkü MHP yönetimini geçmişten ayrı tutmaya özen göstermekle birlikte, bazı MHP yöneticilerinin "değişmedik" mesajını sık vurgulamalarının bugüne dönük kaygılara neden olduğunu ifade etti.
Ayrıca, liselerde ve üniversitelerde geçmişi çağrıştıran bazı acı olayların yaşandığını, ülkücü derneklerin buralarda örgütlendiğini anımsatarak bugüne ve geleceğe dönük kaygıların da filizlendiğini vurguladı.
Ve...
12 Eylül belgeselinin araştırmasını yaparken, en çok dikkatimi çeken husus şuydu: Ülkede siyaset çıkmazda. Partiler anlaşamıyor. Herkesin kafasında "böyle giderse asker müdahale eder" düşüncesi var ama, kimse bunu açıkça telaffuz edemiyor. Ve özellikle siyasetçilerde "yok, yok bir şey olmaz" inancı hakim. Oysa Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, her vesileyle açıklama yapıyor. Tatbikatlarda, yıldönümlerinde, bayramlarda konuşuyor. Bir zaman sonra bakıyorsunuz, bu konuşmalar gazetelerde tek sütun haber olarak yer almaya başlamış. Sonrası malum...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, önceki gün Menemen'de konuştu. Meclis'e kadar uzanan türban tartışmasına son noktayı şöyle koydu:
"O konuda Türkiye'nin en yüksek mahkemeleri olan Anayasa Mahkemesi ve Danıştay, gerekli kararı vermiş ve bu konuya noktayı koymuştur. Devlet ve kamu kurumlarında hiçbir şekilde başörtüsü ile kimse göreve devam edemez. Bu aynen, herkesi bağlayıcı bir karardır. Meclis, bütün hükümet ve bütün kamu kurumlarında görev yapan herkesi bağlayıcı bir konudur."
Genelkurmay Başkanı böyle söylüyor. Nasıl yorumlayacaksınız? Manşetlere taşınmamış olması, bu
DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit'in dün bu köşeden duyurduğumuz MHP ile ilgili kuşku ve kaygıları, hükümet oluşumu dahil siyaseti yönlendirecek önemdeydi.
Muhtemel bir DSP - MHP eksenli hükümetin oluşumu öncesinde Rahşan Hanım'ın kaygılarını açık biçimde ifade etmesi, Ecevitlerin "kamuoyuyla paylaşarak" politika belirlemelerinin bir örneği...
Rahşan Hanım'ın sözleri kuşku ve kaygılarını dile getirmenin yanısıra, geleceğe dönük olarak da "uyarı" niteliği taşıyor.
Kamuoyunu ve MHP'yi hükümet kurulmadan önce uyarıyor.
Muhtemel "DSP - MHP" eksenli hükümetin DSP'nin birinci tercihi olmadığını, ancak koşulların böyle bir hükümeti "zorunlu" kıldığını vurguluyor.
Bu saptamada, merkez sağa dönük sorumluluğun ifadesi de var.
Or - An'daki evinde ziyaret ettiğimiz Rahşan Ecevit sıkıntılı görünüyor.
Seçimin ortaya koyduğu tablo, Rahşan Hanım'ın, DSP'nin kazandığı zaferi hakkıyla duyumsamasına engel olmuş gibi...
DSP ile MHP'nin hükümet ortaklığından ciddi kuşkular duyuyor.
DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit duygu ve düşüncelerini şöyle açıyor:
"18 Nisan milletvekili seçimleri DSP ile MHP'nin hükümet ortaklığı kurmalarını Türkiye'nin gündemine getirdi.
Bu ortaklık zorunlu olabilir. Ama benim içimde de ve inanıyorum ki daha birçok kimsenin içinde de ciddi kuşkular var. Bu kuşkuları giderebilmenin başta gelen koşulu kuşkuları açığa vurmaktır. Ben de bunu yapmayı bir görev sayıyorum."