Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Doğrusu bazı gazeteler ve köşelerin bu yönlü mesajlarında ne kadar samimi oldukları konusunda kuşku duymamak mümkün değil. Özellikle AB vesilesiyle son dönemde yapılan tartışmalar içinde Atatürkün kurduğu Cumhuriyetin temellerine yönelik yorum ve eleştiriler dikkate alınırsa, bu kuşkuya kapılmayı normal saymak gerekir.Kayıtsız - koşulsuz AB üyeliğini savunan kesimlerin, Atatürkü, "kuruluşta ve kurumlaşmada hata yaptığı" düşüncesiyle Türkiyenin ABye girmesinin önündeki engel olarak gördükleri unutulmuş gibi, şimdi ABye karşı olanların Atatürkü bahane yaptıklarını öne sürmeleri "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" özdeyişini anımsatıyor...Atatürkün bir şeye engel olduğu yok ama AB yolunda "hedef" yapıldığı kesin. Türkiye Cumhuriyetinin egemen eşit devlet olarak ABye girmesinin Atatürkün hedefleriyle çelişmediği bir sır değil. Sorun Atatürk veya Atatürkçülükten kaynaklanmıyor. Aksine, Atatürkün Türkiye Cumhuriyetini dayandırdığı temellerin Avrupa tarafından kabul edilmeyişinden kaynaklanıyor.Birinci çatışma alanı bu...İkinci sorun kaynağı ise, Türkiyenin ulusal nitelikli sorunlarına ABnin yaklaşımı. Bu sorunlarda ABnin Türkiyeden yana değil, Türkiyeyle sorunlu olan ülkelerden yana olması...Atatürkle ilgili çatışma alanına bakarsak karşımıza uluslaşma süreci, ulus -devlet ve bu bağlamda azınlık tartışmaları çıkıyor. Bu alandaki tartışma ise Lozanda belirlenen azınlıklarla ilgili olmaktan çok, Kürtlerle ilgilidir. Yine açıkça ifade etmek gerekir ki bu alandaki sorun kültürel alanla sınırlı değildir. Siyasal alana çoktan taşmıştır. Türkiyenin tek uluslu mu, iki uluslu mu olduğu tartışılmaktadır. Konu anadili öğrenme, kültürünü yaşama ve yaşatma sınırları içinde değildir.Bu tartışmanın kökeninde Türkiyenin 20 yıldır yaşadığı düşük yoğunluklu savaş dönemi, onu paralel biçimde izleyen siyasallaşma süreci ve yol açtığı sorunlar vardır. Bu süreç AB süreciyle de paralellik taşımıştır. Bunun önemi ABnin bu süreçte sorunu daha çok Kürt cephesinden görmesi ve desteklemesindedir. ABnin soruna bireysel haklar ve kültürel çerçeve içinde bakıp bakmadığı tartışma götürür.Türkiyenin ulusal nitelikli diğer sorunlarına gelince...Kıbrıs sorununda ABnin tavrı açıkça Türk tezlerinin karşısındadır. Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs sorunu çözülmeden ABye alınması bunun en somut göstergesidir. ABnin Kıbrıs sorununda Türkiyeyi ve Kıbrıs Barış Harekatını haksız gördüğü açıktır. Rum yönetiminin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınması ise Avrupanın gördüğü çözümdür. Bu, Türkiyenin adada işgalci olduğunu kabul etmesi ve Kıbrıs Türklerinin Rum yönetiminin egemenliğine kayıtsız - koşulsuz girmesi demektir.AB, Ermenistan sorununda da Türkiyeden yana değil, Ermenistan ve Ermenilerden yanadır. Önerisi Türkiyenin Ermenistanla ilişkilerini geliştirip sınırı açması ve 1915 - 16 yıllarındaki olaylarda bir uzlaşmaya varması (soykırımı kabul etmesi) yönündedir.AB, Türkiyenin bir sorun olarak görmediği Hatay konusunu sorun olarak görmektedir. Bu konudaki önerisi de "hukuken kabul edilmeyen sınır" olarak tanımladığı Hatay sınırının Suriye tarafından kabulünün, Fırat sularından bu ülkeyi daha fazla yararlandırılmasına bağlanmasıdır.Bütün bunlar ABnin 2004 Türkiye raporunda var...Müzakere döneminde Türkiyenin önüne konulacak özel koşullara dönüştürüleceğini tahmin etmek için falcı olmaya gerek yok...Türkiye bu alanlarda görüşünü kabul ettirerek, ulusal çıkarlarını koruyarak AByi ikna ederse sorun yok...Edemezse...İşte o zaman yine Atatürk gündemin ilk sırasında yer alacaktır...Tabii o zaman şimdiki Atatürk karşıtlarının Atatürkçülüğüne yetiş yetişebilirsen... fbila@milliyet.com.tr Atatürk, ölümünün 66. yılında anıldı. Resmi törenlerin yanı sıra gelenek olduğu üzere bütün gazetelerin manşet veya sürmanşetlerinde, "Özledik, arıyoruz, anıyoruz" gibi ifadelerle bağlılık mesajları verildi.