Kıbrıs sorununda gelinen nokta bu kavramı anımsatıyor.Avrupa Birliğinin, Kıbrıs konusunda Türkiyeye karşı izlediği politika "aşırı güç kullanımı" olarak tanımlanabilir.Birlik üyesi ülkeler bütün güçleriyle, Türkiyeye müzakere tarihi vermeden önce, Güney Kıbrısı tanıması yönünde çok ağır baskı yapmışlardır. Protokolü törenle imzalayın ısrarı bunun açık göstergelerinden biridir.Türkiye, bu imzayı Brükselde atmamakla birlikte, 3 Ekim 2005e kadar imzalayacağı yönünde sözlü ve yazılı güvence vererek, müzakere tarihi alabilmiştir.Brükselde yaşanan, Avrupanın Türkiyeye karşı diplomatik yoldan aşırı güç kullanmasıdır. İmzayı atmaması ve resmen taahhüt etmemesi halinde Türkiyenin hak ettiği tarihi vermeyeceğini belirtmiş ve bu noktada ısrar ederek, Ankarayı taahhüt altına sokmuştur.Durum böyle olunca Kıbrısta "çözüm" bulma yükü yine Türkiye ve Kuzey Kıbrısın üzerinde kalmıştır.Oysa, aynı Brüksel kararı, Güney Kıbrısa 3 Ekim 2005e kadar kılını kıpırdatmadan bekleme olanağı vermektedir. Ki Kıbrıs Rum lideri Papadopulos, böyle yapacağını şimdiden her fırsatta ifade etmektedir. Türkiyenin 3 Ekim 2005e kadar protokolü imzalamaması halinde "veto" yetkisini kullanacağı tehdidini sık sık savurmaktadır.Türkiyenin ve KKTCnin elinde, Papadopulosu bu politikasından çevirecek yaptırım gücü yoktur. Ankaranın beklentisi, Annan Planına "evet" demiş taraf olarak ABnin Rum yönetimi üzerinde baskı kurmasıdır. Yaptırımı olan bir yöntemle Rum tarafını baskılamak ve Kıbrıs Türklerinin ve Türkiyenin haklarını koruyacak adil bir çözüme razı etmek. Ankara, özellikle AB Dönem Başkanlığının İngiltereye geçeceği 2005in ikinci yarısı için umut beslemektedir.Ancak bugüne kadar bütün ağırlığını Rumlardan yana koyan ve sorunun çözümünü beklemeden Güney Kıbrısı üye yapan AB, böyle bir politikaya yönelir mi? ABden önce BM aynı yönde bir ağırlık koyar mı?Bu sorulara kolayca "evet" demek mümkün değildir. ABnin ortaya koyduğu tavır, Kıbrıs sorununda Türklerin haksız, Rumların haklı olduğu yönündedir. Aslında BMnin tutumu da farklı değildir. Rum yönetimini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıyan BMdir. Keza AB de Rum yönetimini üye yaparak, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının haklı nedenlerini tanımadığını yansıtmış olmaktadır.Kıbrıs Cumhuriyetini bir darbeyle ele geçirme girişimine karşı Türkiyenin garantör devlet olarak uluslararası anlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanmış olmasını meşru saymamaktadır.Kıbrıstaki referandumdan sonra dahi tavrı değişmemiştir.Türkiye ve KKTCnin bir çeşit aşırı güç kullanma ve müzakereyi başlatmama şantajı karşısında güçlü bir konumda olduğunu söylemek zordur.Aslında Türkiyenin ABye karşı sürmesi gereken koşul, kendisine karşı ikinci kez sürülmektedir.Müzakereler açılacaksa, 70 milyonluk Türkiye için Kuzey Kıbrısta 200 bin Türkün lafı mı olur, kaldı ki onlar da istiyor demek çok sığ bir yaklaşımdır. Sorun bu kadar basit değildir.ABnin Türkiyeyi ve KKTCyi her koşulda suçlu gören tavrını haklı bulmak; her fırsatta Rum yönetimi ve AB yerine Türkiyeyi ve Türkleri suçlamak ve bunu ABye tapınma noktasına vardırarak kraldan fazla kralcı olmak tarihe karşı izahı zor bir durumdur.BMnin eşit zeminde yapması gereken girişimlere ABnin de Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin hakkını teslim eden bir yaklaşımla katkıda bulunması sorumluluğu vardır. Haksızlığı yapan ABdir. fbila@milliyet.com.tr 11 Eylül saldırısı ve ABDnin Irakı işgalinden sonra dilimize yerleşen kavramlardan biri de "Aşırı güç kullanımı."