Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       TÜRKİYE'nin kronikleşen sorunlarından biri de memur maaşlarıdır.
Devlet personel rejimindeki tıkanıklık ve bu tıkanıklığın memurlar arasında yarattığı özlük hakları dengesizlikleri bir yana, hükümetlerin memur maaşlarına yaklaşımındaki "takıntılar" yıllardır aşılamıyor.
Hangisi iktidarda olursa olsun siyasi partilerin memur maaşlarına "kalıplaşmış" biçimde iki yönden baktıklarını gözlüyoruz:
1- Seçim yakınsa yüksek oranda zam vererek, bir çeşit "oy rüşveti" dağıtmak,
2- Seçim uzaksa "enflasyonla mücadele ediyoruz" gerekçesiyle komik sayılabilecek oranda düşük zam yapmak.
İktidarların artık bu köhne iki anlayışı da terketmeleri gerekiyor.
Memur maaşlarına yapılacak zammı "oy avcılığı" zihniyetiyle görmenin yanlış olduğunu seçim sonuçları çoktandır kanıtlıyor. Memura beklenenin üzerinde zam verilmesinin seçim sonuçlarını anlamlı biçimde değiştirdiğini söylemek mümkün değil. Diğer bir anlatımla memur maaşlarına yapılan zam seçim sonuçlarını tek başına belirleyecek bir faktör değil. Bunun çarpıcı örneği 1991'de ANAP iktidarının yüksek enflasyona rağmen memurlara reel olarak yüzde 45 artış sağlamasına karşılık, seçimleri kaybetmesidir. Aynı durum 1995 seçimlerinde DYP - CHP iktidarı için de söylenebilir. Siyasi partilerin memur maaşlarıyla oynayarak gerçekleştirdikleri bu ucuz "Şark kurnazlığını" artık terketmeleri gerektiğini anlamış olmaları lazım.
Memura beklenenin üzerinde zam vererek seçim kazanılacağını düşünmek gibi, çok düşük oranda zam vererek enflasyonun önleneceğini düşünmek de yanlıştır.
Memur maaşlarının reel olarak düşürülmesi yoluyla enflasyonun düşürülmesi politikası enflasyonun talep artışından kaynaklandığı yargısından çıkmaktadır. Memurların alım gücünün düşürülmesiyle talep artışının frenleneceği, böylece de enlasyonun aşağı çekileceği hesaplanmaktadır. Oysa, Türkiye'de enflasyonun niteliği değişmiştir. Enflasyonda hakim faktör maaşlara dayalı talep artışı değil, faize dayalı maliyet artışıdır. Nitekim, devlet bütçesinde personel giderlerinin yüzde 20'ler düzeyinde, faiz ödemelerinin ise yüzde 45 civarında ağırlık taşıması dahi bu yargıya varmak için yeterli sayılabilecek bir göstergedir. Sadece bu ölçü dahi faize dayalı maliyet faktörünün, memur maaşına dayalı talep artışından çok daha etkili bir faktör olduğunu kanıtlamaktadır. Kaldı ki, memur maaşlarının son yıllardaki seyri de reel talep artışı doğurabilecek bir trend izlememektedir.
Örneğin, memur maaşları, reel olarak, 1994 yılında, 1993 yılına göre 30 puan, 1995 yılında, 1994 yılına göre 7 puan düşürülmüş, buna karşılık enflasyonun yüksek seyretmesi önlenememiştir. Maaşlarda önemli ölçüdeki reel düşüşlere rağmen, tüketici fiyatlarıyla enflasyon 1994 yılında yüzde 106, 1995 yılında yüzde 94 olarak gerçekleşmiştir. İzleyen yıllarda ise, memur maaşları 1996 yılında 1995 yılına göre, reel olarak 10 puan, 1997 yılında, 1996 yılına göre 14 puan yükseltildiği halde, enflasyonun genel seyri sıçramamış, 1996 yılında yüzde 80.4, 1997 yılında da yüzde 86 olarak gerçekleşmiştir.
Bu sonuçlara göre memur maaşları reel olarak düşürüldüğünde enflasyon yükselebilmekte, maaşlar reel olarak yükseltildiğinde enflasyon düşebilmektedir. Dolayısıyla memur maaşlarındaki pozitif veya negatif değişikliklerin enflasyon oranına aynı yönde yansıdığını düşünmek doğru değildir. Bu durumda memur maaşlarının enflasyon değişkeni olarak sanıldığı gibi çok etkin bir faktör olmadığını ortaya koymaktadır.
Durum böyle olduğuna göre, hükümetlerin, memur maaşlarıyla, dolayısıyla memurla oynayarak "enflasyonla uğraşıyoruz" demeleri anlamlı değildir.
Hele bunu, gerçekleşmiş enflasyona göre değil de tahmini enflasyona göre peşinen yapmaları hiç anlamlı değildir.
Yapılması gereken, en azından, refah artışı sağlamak bir yana, gerçekleşmiş enflasyonun yarattığı reel erimeyi onaracak şekilde bir düzenlemeyle yaşam standardının daha da düşmesini önlemektir.

Yazara E-Posta: F.Bila@milliyet.com.tr