Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye'nin, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ilişkileri bir roman gibidir. Çoğu zaman 'ekonomik istikrar' boyutunun çok ötesine taşar. Açıklanan klasik önlemlerin perde arkasını görmedikçe de bu romanı okumak mümkün olmaz. 'Enflasyonun düşürülmesi', 'ödemeler dengesinin sağlanması' gibi beylik lafların dışında, daha doğrusu altındadır gerçekler.
Biraz eskiye gidelim. Yıl 1979. Türkiye ekonomisi yine felç. CHP'nin bağımsızlarla kurduğu hükümet işbaşında. Başbakan, Bülent Ecevit. IMF ile görüşmelerin ardı arkası kesilmiyor. Ama sonuç yok. Kuruş para vermiyorlar. Sadece vaatte bulunuyorlar. Hükümet, IMF önlemlerinin uygulanması halinde ülkede sosyal patlamalar olacağını, ücretlerin dondurulamayacağını, fiyatlara büyük zamlar yapılamayacağını söylüyor. IMF de Nuh diyor peygamber demiyor. Asıl hedefin, Türkiye'nin kapılarının dışarıya ardına kadar açılması olduğu daha sonra anlaşıldı. Korumacılık kalkmalı, liberal ekonomi bütün kurallarıyla işletilmeliydi. Bütün bunlar ancak 24 Ocak kararlarıyla ve 12 Eylül'ün yaptırım gücü altında gerçekleştirilecekti.
Batı'nın istediği, Ecevit'in direndiği konular 'liberal' önlemlerle bitmiyordu. İki koşul daha vardı: Türkiye Kıbrıs'ta geri adımlar atacak, Rusya üzerinde uçacak U - 2 casus uçaklarının Türkiye'de konuşlanmasına izin verecekti. Dananın kuyruğu burada koptu. Bir gün dönemin Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Christopher, Başbakan Ecevit'in kapısını çaldı. Görüşmeyi Ecevit'ten dinleyelim:
"Siz bize bu izni vermedikçe bir dolarlık dış yardım alamazsınız dedi. Ben de o zaman ayağa kalktım. Bu görüşme burada bitiyor dedim. Görüşmeye katılan Amerika'nın Ankara Büyükelçisi telaşlandı. Bizi 15 dakika başbaşa bırakın dedi. Peki dedim. Arkadaşlarımla birlikte üst kata gittim. Yarım saat sonra haberleri geldi, aşağıya indik. Christopher özür diledi." (12 Eylül -Türkiye'nin Miladı, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 1999).
Amerika böylece özür dilemiş, U - 2 casus uçaklarına izin verilmemiş, Türkiye Kıbrıs'taki tavrını sürdürmüştü ama, Amerika da Ecevit'i defterden silmişti.
20 yıl sonra bugün... Ecevit yine Başbakan. IMF yine ortalıkta. Yine ardı arkası kesilmeyen görüşmeler. Ve yine beylik önlemler: Enflasyonun düşürülmesi, sosyal güvenlik reformunun yapılması, bütçe açığının azaltılması... Farklı olan iki şey var: Birincisi, başta enerji ve telekomünikasyon yatırımlarında olmak üzere, hukuksal sorunların 'uluslararası tahkim' yoluyla çözülmesi için Türkiye'nin Anayasa değişikliğini yapması. 20 yıl önceki baskılar gibi bu da Türk ekonomi ve hukuk sisteminde yapısal bir değişikliği öngörüyor. 20 yıl önce istenen "Türkiye'nin dünyaya açılması"ydı. 20 yıl sonra istenen "Dünyanın Türkiye'ye girmesi" midir? Tepkileri daha şimdiden dağ gibi. Kimine göre 'tahkim' yabancı yatırımları artıracak, kimine göre ulusal bağımsızlığı gölgeleyecek. Çok zor bir karar. Ne getirir ne götürür ya da kimi getirir kimi götürür henüz belli değil.
İkinci farka gelince: Önümüz Kıbrıs, arkamız Ege. Sağımız Kuzey Irak, solumuz Kafkasya. Kimbilir.. Piyangodan ne çıkarsa.



Yazara E-Posta: h.bila@milliyet.com.tr