Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



TBMM'nin, Irak'a asker gönderilmesine ilişkin tezkereyi kabul etmesinden sonra Kuzey Irak'taki Kürt grupların itirazları yeniden yoğunlaştı.
KDP ve KYB sözcüleri, Türk askerinin gelmesine karşı olduklarını açıkladılar. Türk askeri gelirse, işgalci olur, dediler.
KDP'nin Ankara Temsilcisi Dizayi daha da ileri giderek, Türk kamyon şoförlerine yapılan saldırıya dikkat çekti. Bunun üzerinde düşünün dedi. Bir tek bu saldırıları üstlenmediği kaldı.
KDP ve KYB'den yükselen tepki, PKK - KADEK'ten yükselen tepki ve tehditle örtüşüyor.
Irak Savaşı'ndan sonra Kürt grupların Türkiye'ye karşı seslerini yükseltmelerinin nedeni, ABD'ye dayanmış olmalarıydı. ABD'nin gölgesini kendi gölgeleri sanarak, Ankara'ya karşı sert, tehditkar bir söylem geliştirdiler.
1 Mart tezkeresinin geri çevrilmesiyle ABD, Kürt gruplardan yana olan tavrını daha da geliştirdi, bu arada Ankara ile ipleri gerdi. Bu ortam, Kürt grupları daha da cesaretlendirdi.
Ancak, savaş sonrası koşullar ABD'nin beklediğinden daha kötü gelişti. ABD, Irak'a hakim olamadığı gibi güvenliği de sağlayamadı. Tekrar Türkiye'nin kapısını çaldı ve asker desteği istedi. TBMM bu isteğe ilişkin tezkereyi bu kez kabul etti.
Şimdi duruma bakalım...
Kürt grupların Türkiye'ye tepki göstermeleri, tehdit etmeleri, PKK - KADEK'le aynı frekanstan konuşmaları anlamsız. Kürtlerin muhalefeti artık Türkiye'nin sorunu değildir. Muhatapları Türkiye değildir. Irak'ta ABD otoritesi geçerli olduğuna ve en yakın işbirlikçileri de Kürtler olduğuna göre, Kürtlerin muhatabı ABD olmalıdır. İtirazlarını, tepki ve tehditlerini yapabiliyorlarsa ABD otoritesine karşı göstermeleri gerekir.
ABD askerlerine karşı saldırı düzenleyen ve Irak'ı ABD işgalinden kurtarmak için mücadele ettiklerini açıklayan direnişçiler arasında KDP ve KYB'liler yok. Onlar bu işgalde ABD'nin yanındalar. Kürtler dışında kalan ve çoğunluğu oluşturan Irak halkının gözünde işbirlikçi konumundalar.
Kürt grupların çözmesi gereken asıl çelişki budur. Bu tutumlarında bir çelişki görmüyorlarsa o zaman da ABD'nin isteklerine itiraz hakları yoktur.
Türkiye'nin konumuna gelince...
Ankara, yine daha kötü ile kötü arasında tercih yapmıştır. Türkiye'nin Irak halkıyla bir sorunu yoktur. Türkiye'nin sorunu, Kuzey Irak'ın Türkiye'ye dönük saldırıların odağı haline dönüşmüş olmasıdır. 20 yıllık bir terör mücadelesi vermiştir, bu mücadele 30 bin cana mal olmuştur. Siyasi açıdan da Türkiye'yi içeriden ve dışarıdan bölünme sürecine sürüklemeye dönük şiddetli baskılar altında kalmıştır. Ankara'nın bugün de asıl kaygısı budur.
Ankara, Irak Savaşı öncesinde kendi inisiyatifi ve gücüyle Kuzey Irak'ta varlığını önemli ölçüde artırma kararı almış, ancak hükümet değişikliği sürecinde uygulayamamıştır. Bu kararın nedeni aynı kaygı olmuştur. 1 Mart tezkeresi öncesindeki müzakereler ve varılan mutabakatta da Ankara'nın yine aynı kaygılarla hareket ettiği belgelerle sabittir.
Önümüzdeki hafta başı başlayacak olan yeni müzakere sürecinde de masaya yine aynı kaygıların getirileceğine şüphe yoktur. Türkiye'nin Irak'ı işgal etmek, işgale ortak olmak gibi bir hedefi olmadığı da açıktır. Türkiye'nin yapmaya çalıştığı Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması ve bu yolla Türkiye'nin bütünlüğüne yönelecek ortam ve tehdide engel olmaktır.
Yoksa, ABD askeri yerine Türk askeri göndermek gibi bir amacı olamaz. Bugün 1 Mart'takine göre daha riskli koşullarda Irak'a gitmeyi göze alması, yine aynı kaygıdan kaynaklanmaktadır.
Bu kaygı siyasidir.
ABD'nin unutmaması gereken budur...