Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Başbakan Erdoğan, Annan'ın bütün koşullarını kabul ettiğini açıkladı. Dünya kamuoyuna karşı bağlayıcı açıklamalar yaptı.
Nedir bu koşullar?
1 - Kıbrıs'ta çözüm için samimi niyet göstermek,
2 - Anlaşmaya varılmayan konularda boşlukların Annan tarafından doldurulması,
3 - Üzerinde anlaşma sağlanamamış da olsa Annan'ın doldurduğu metni referanduma götürmeyi peşinen kabul etmek.
Uzlaşılmamış metni referanduma götürmenin örneği var mı?
Deneyimli diplomatlarımıza ve tarihçilerimize göre yok. Yok ama, "Annan kuralları" böyle. İşinize gelirse. Akıllara ziyan bu koşulları kabul etmiş olduk...
Maksat, Türk tarafının çözümü ne kadar çok ve samimiyetli istediğini kanıtlamaksa, bu koşulları kabul etikten sonra, kimse "siz çözüm istemiyorsunuz" diyemez. Eğer, Erdoğan'ın amacı, bunu göstermekse, fazlasıyla göstermiş oldu.
Ancak bir soru var:
Erdoğan, peşin kabulü, nasıl olsa Rum tarafı kabul etmez, o zaman da kaçan taraf onlar olur, düşüncesiyle mi yaptı; yoksa, Annan Planı böyle de olsa olur, bunu da referanduma götürür, işi "çözer"iz diye mi yaptı?
Bir taktik icabı, Rumların kaçacağını hesaplayarak yaptıysa, riski yüksek bir hamle olduğu söylenebilir. Annan Planı'nın Rumların lehine olduğu biliniyor. Rumlar da önkoşulları kabul edip masaya otururlarsa, bunun sonu, Annan Planı'nın Türk tarafının istediği değişiklikleri dikkate almadan, referanduma gidilmesi olur. Rumların karşı hamlesi böyle olursa, bunun anlamı, karşı tarafın bir hamlede "şah-mat" yapması demektir.
O zaman Başbakan Erdoğan'ın "ikinci hamlesi" hazır mı, diye sormak gerekir.
Tabii, amaç böyle bir taktik hamle değil de, gidelim referanduma ne olursa olsun, Kıbrıs "engeli"ni aşalım, AB'den tarih alalım ise o zaman başka...
Bu tür bir yaklaşım varsa o zaman Erdoğan hükümetinin amacının, Kıbrıs'ta sorunu Türklerin haklarını koruyarak ve güvence altına alarak çözmek değil, Kıbrıs sorunundan bir şekilde kurtulup, Aralık 2004'te tarih almak olduğu söylenebilir.
Bu durumda da Rumlara karşı değil, MGK'ya karşı bir taktik güdüldüğü sonucuna varmak mümkün. Çünkü, Başbakan Erdoğan'ın, Ankara'dan ayrıldıktan sonra izlediği politika, MGK toplantısından sonraki açıklamalarına, orada belirlenen ve "tavsiye" edilen çizgiye uymuyor. Bunun anlamı, Kıbrıs sorununun Erdoğan'ın açıklamalarıyla bir "devlet politikası" olmaktan çıkıp, "hükümet politikası"na dönüştüğüdür. Bu iki politika arasında ise önemli bir "makas" olduğu da açık. Büyük fark var.
O zaman söylenmesi gereken şudur: Erdoğan hükümeti, iki farklı tutumla önce içeride "MGK engelini" sonra da dışarıda "Kıbrıs engeli"ni aşarak, devlet politikası değil, hükümetin politikasını uygulamaya koyulmuştur.
Buna hakkı yok mu? Kuşkusuz var. MGK kararları tavsiye niteliğinde, sonuçta siyasi sorumluluğu taşıyan organ olarak kararı verecek ve uygulayacak olan hükümet. Bu durumda da, Başbakan Erdoğan'ın ve hükümetin, MGK'yı dikkate alıyormuş, Kıbrıs konusunu ulusal bir dava olarak görüp devlet politikası izliyormuş gibi yapmasına gerek yok. Doğrudan hükümetinin tercihini belirtip, bu politikayı uygulayacağını açıklaması daha doğru olur.
Eğer, bu politikayla masaya oturup, Türk tarafının istediği değişiklikleri Annan Planı'na veya daraltılmış metne taşıyıp, Kıbrıs Türkü'nün haklarını alıp güvenceye bağlarsa, hiç sorun yok. Ama aksi olur da Rum tarafının istediği gibi bir "çözüm"ü, tarih uğruna kabullenirse, o zaman, "makas politikası"nın sorumluluğu üzerinde kalır.