Çok güçlü bir destekle birlikte şiddetli terörün devlet otoritesini sarsma, alternatif otorite yaratma, bu yolla siyasallaşma, ikinci bir ulus bilinci yaratma yönünde çabaları siyaset alanında zemin bulmaya başladığından beri, Türkiye'de hükümetler ve devlet yeni stratejiler geliştirmişlerdir.Bu bağlamda alınan ve uygulanan kararların sadece iktidardaki siyasi partilerin kararı ve inisiyatifi olduğunu, sadece partilerin "reform" anlayışlarının sonucu olduğunu düşünmek yanıltıcı olur. Esasen "reformlar" dahil yansıtılan zihniyet değişiklikleri, yeni bakış açıları, toplu olarak "açılım" denilebilecek adımlarında bir "devlet politikası" karakteri vardır.Bu karakter, izlenen politikalarda "Türkiye'nin sınırları"nı da temsil eder. Türkiye, ayrılıkçı terörün dorukta olduğu 1990'lı yılların başından itibaren bir yandan silahlı mücadeleyi sürdürürken bir yandan da bu sürecin siyasi yansımalarını "bütünlük" içinde karşılayabilmenin yollarını aramaya başlamıştır. Örneğin Demirel'in "Kürt realitesini tanıyoruz" sözü de böyle bir arka plana sahiptir, Ecevit'in, Avrupa Birliği'ne aday ülke olma yolunda işe "idamın kaldırılması"yla başlaması da...AKP hükümetlerinin hızla attığı adımlarında farklı görüşler seslendirilse de, sonuçta Milli Güvenlik Kurulu gibi devletin üst düzey kurullarından geçen kararların veya hâkim eğilimin zımni onayını taşıdıkları söylenebilir.Bu bağlamda, bireysel düzeyde demokratik ve kültürel haklara ilişkin düzenlemelerin yapılması, Kürtçe dahil (asıl amaç budur) anadilde öğrenim, yayın, kimliği ve kültürü yaşamaya yönelik yasal değişiklikler, Avrupa Birliği'ne üyelik için müzakere tarihi alınmadan gerçekleştirilmiştir."Realite"nin kabulü ve buradan yola çıkarak atılacak adımların asıl hedefi ve sınırı, Türkiye'de çatışmanın, çelişkilerin, ulusal ayrılıkçılığa varmadan yumuşatılması; siyasi ayrılıkçılığın daha fazla zemin ve desteğe ulaşmaması, ulusal birlik ve üniter yapı içinde "bir arada yaşama" çerçevesinde tutulması olmuştur. Bu anlayış ve süreç, aynı zamanda Avrupa Birliği süreciyle paralellik taşımış, hattı ortaya çıkan bölünme tehlikesine karşı bir güvence olarak da görülmüştür.Türkiye, hükümetleri ve devletiyle bu süreci yönetmeye çalışırken iki kırmızı çizgi belirlemiştir:"Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısı."Türkiye'nin gelip dayanacağı ve orada duracağı sınırları böyle belirlenmiş durumdadır.Örneğin, Demirel'in başbakanlığı döneminde Erdal İnönü ile birlikte attıkları yeni adımlar ve bu bağlamdaki "Kürt realitesini tanıma" söylemine geçişte, bu açılımın özü, amacı ve sınırları resmi kayıtlara 1990'lı yılların başlarında şöyle geçmiştir :"Kürt sorununa, PKK boyutunu aşan ölçekte ve taktik parametrelerin ötesinde yaklaşılması, Kürtçe konuşan yurttaşlarımıza bir realite olarak, dillerini, kültürlerini ve etnik kimliklerini, anayasal yurttaşlık kapsamında ifade olanağı tanıyacak topyekûn düzenlemeler yapılması, yeni politika ve stratejinin eksenini oluşturmaktır. Bunun için ne Türkiye'nin Federalizasyonu, ne de anadili Kürtçe olan yurttaşlarımızın çoğunlukta bulundukları iller toplamına özerlik verilmesi gerekmektedir."Kuşku yok ki, devletin bu çizgiye ulaşmasında, Kürt kökenli vatandaşları PKK'nın etki alanından çıkarmak, yansımaların ayrılıkçı siyasete dönüşmesini önlemek, 1980'li yıllardan sonra gelişen ve soğuk savaş sonrasında konjonktüre hâkim olan bireysel özgürlükler, insan hakları, demokratikleşme yolundaki gelişmelere uygun yürüyebilmek, dünyanın yönelişine ters düşmemek amacı da etkilidir.Türkiye, bugüne kadar bu anlayış ve sınırlar içinde hareket ederek geldi.Bugün Başbakan Erdoğan'ın geçtiği söylemin arka planındaki karar süreci ve sınırların ne olduğu ise henüz bilinmiyor. Bu sınırların zorlanıp zorlanmayacağı veya nereye kadar zorlanacağı son günlerin en büyük merak konusu. fbila@milliyet.com.tr Realite ve açılımlar