1- 3 Ekim'de Avrupa Birliği (AB) ile müzakereye oturmayı beklerken, İngiltere örneği sert önlemler almaya yönelmek,2- PKK'yı doğrudan veya dolaylı olarak muhatap almak suretiyle sorunu siyasi zeminde karşılamayı tercih etmek.Birinci seçenekte dış baskıyı, ikinci seçenekte iç baskıyı göğüsleyebilmek...Bu tablo, hükümeti sıkıştırıyor. Terörün tırmanması Türkiye'yi hızla bir ikileme sürüklüyor: Hükümet birinci seçeneğe yönelse ve İngiltere'nin yaptığı gibi insan hakları, demokrasi değerleri, hukukun üstünlüğü gibi ölçülere aldırmadan sert önlemler alsa; karşısında başta AB olmak üzere uluslararası bir tepki bulacaktır. Aynı önlemlere ABD ve İngiltere başvurduğunda ses çıkarmayan Brüksel, Washington, Londra, Paris gibi merkezlerden Türkiye karşıtı sesler yükselecektir. Hele 3 Ekim'de masaya oturmayı bekleyen Ankara'nın kısa sürede bu yola girmesi yüksek olasılıkla "müzakere"yi askıya alma tehdidiyle karşılaşacaktır.AB'nin terörle mücadelede dahi çifte standarda yönelmesi olasılık dışı değildir.Türkiye'nin terörün en aza indirildiği dönemde attığı demokratikleşme adımlarını, insanlarını ve hukukun üstünlüğünü esas alan adımlarını "geri alması" olarak değerlendirilecek önlemler, 3 Ekim öncesi hükümeti sıkıntıya sokacaktır.Olasıdır ki, terör eylemlerinin tırmandırılmasında bu koşullar etkili olmaktadır. İngiltere örneği İkinci seçenek ise Türkiye'nin hem içeriden hem dışarıdan zorlandığı bir seçenektir. "PKK ile masaya oturma" önerisi de bazı çevrelerce gündemde tutulmaktadır. Türkiye'nin doğrudan veya dolaylı olarak bunu kabul etmesi için IRA ve ETA örnekleri verilmektedir. PKK'ya yapılan "silah bırak" çağrısının karşı koşulu olarak "siyasi muhataplık" gösterilmektedir.Terörün hızla tırmandığı, şehit cenazelerinin arttığı bir dönemde, hükümetin bu yolda adım atması veya attığını düşündürecek bir tutum alması, içeride büyük tepkiye yol açacaktır. Hükümetin bunu göğüslemesi çok zordur. PKK'yı muhatap almak Terörün tırmandığı son dönemde kendiliğinden gelişen iki davranış biçimi dikkat çekmektedir:Birincisi, şehit cenazelerinde, Başbakan'a, bakanlara, komutanlara karşı açıktan dile getirilen tepkilerdir. İkincisi, bazı gerginliklerin metropollerde de Anadolu kentlerinde de "etnik çatışma"ya dönüşme eğilimidir. Son günlerde bu nitelikte arka arkaya yaşanan olaylar ancak asker ve polisin müdahalesiyle bastırılabilmiştir.Her iki olgu da toplumdaki gerginliğin geldiği aşamaya işaret eden, üzerinde özenle durulması gereken mahiyettir. İki işaret Türkiye'de hükümetler, bu nitelikte bir ikilemle karşılaştıklarında genel olarak Güneydoğu'ya yönelik ekonomik ve sosyal önlemler paketi açmaya yönelirler. Bu, terörün sosyoekonomik kaynaklarını ortadan kaldırmak amacına dayandırılır ve çözüm yolu olarak kolayca benimsenir. Ancak, bu paketlerin çoğu gerektiği şekilde yerine getirilemediği gibi, bu yönde atılan adımların tek başına süreci tersine çevirmediği, hatta durduramadığı da gerçektir."Sosyoekonomik gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak, fırsat eşitliği yaratmak ve böylece terör kaynaklarını kurutmak" hem kolayca uygulamaya geçmemekte hem de sorunun ulaştığı siyasi ve ulusalcı boyut karşısında beklenen sonucu vermemekte, yeterli olmamaktadır. Sorunda uluslararası bir boyut olduğu, terör sürecinin ardından yaşanan siyasallaşma ve ulus bilincine ulaşma gayretlerinin aldığı mesafenin önemli bir direnç sağladığı ve dış destek gördüğü de bir gerçektir.Hükümetin soruna doğru teşhis koyabilmesi için önce gerçeğin tüm yönlerini kavraması gerekir. fbila@milliyet.com.tr Güneydoğu'ya paket