Ekranlar aniden kararırsa…

20 Kasım 2022

Arada “Bu haftaki günlük ekranda kalma süreniz 3 saat 15 dakika” türünde mesajlar alıyorum. Erkenciyimdir ben. Sabah haberleri izlerken bir yandan da sosyal medyada gezinirim. Gün içi de, yaptığım işe ara vermek, kafa dağıtmak için yaparım bunu. Yine de çok uzun bir zaman olduğunu düşünüyorum. Üç saat gerekli gereksiz bir sürü veri akışına maruz kalmak. Ama ola ki telefonumun şarjı geceden bittiyse sabahki sosyal medya faslımız kesintiye uğradıysa, bir sıkıntı kaplıyor içimi. Güne başlayamama kaygısı gibi bir durum. Ki ben öyle her dakika telefonu elinden bırakamayanlardan da değilim. Ama bir rutinim var ve gerçekten önemli. Arada düşünüyorum, bir sabah kalktığımda ekran kapkaranlık olursa ne yaparım? Doğrusu içim sıkılıyor. Bu hafif yollu bağımlılıktan rahatsızım.

İşte tam da bu kaygılı durumu anlatan bir roman çıktı Siren Yayınları’ndan. Bir süredir butik yayınevlerini çok sıkı takip ediyorum ve şahane kitaplara rastlıyorum. Bu takip sırasında yakaladım çağdaş Amerikan edebiyatının önemli

Yazının Devamı

Kirli çamaşırlar

6 Kasım 2022

Tarihin en utanç verici, kadın emeğini, bedenini ve kimliğini sömüren kurumlarından biri de hiç kuşkusuz Magdelen Çamaşırhaneleri’ydi. Bu kurumların kuruluş sebebi, fuhuş yapan kadınları, yapma ihtimali bulunanları ıslah etmekti. Magdalalı Meryem ya da Mecdelli Meryem olarak da bilinen Mary Magdalene fuhuş yaptıktan sonra tanıştığı Hristiyanlıkla tövbe etmiş, iffetli bir kadın olmuştu. Çamaşırhanenin adı bu nedenle tövbe simgesi olan Magdalen’di. Önceleri ıslahevi gibi çalışıp sonradan çamaşırhaneye dönen bu kurumlar 1758 İngilteresi’ne tarihleniyordu, 1765’te İrlanda’da da görülmeye başladı.

İrlanda bağımsızlığını kazandıktan sonra bu kurumları kilise adına kullanma yolunu seçti. Zaman içinde manastırlarda yer alan, Katolik kilisesinin yönettiği çamaşırhaneye gönderilen kadın profilleri de değişti. Psikiyatri hastası kadınlar, evlenmeden çocuk sahibi olan bekâr anneler, evsizler, alkolikler. Özetle toplumun hor gördüğü kimsesiz, çaresiz, yoksul kadınlar.

Rahibelerin gözetimi altında olan bu

Yazının Devamı

Yetenekli çocuğun dramı

30 Ekim 2022

Yetenekli çocukların karşısına ‘İcat çıkarma!’ komutuyla kalınca duvarlar ören ailelerin bolca olduğu bir kültür bizimkisi. Devamında gelen emir kipi de “Otur!”, nereye sorusunun ‘oturduğun yere’ diye cevaplandığı. İcat çıkarma, otur oturduğun yere! Bugünün modern aile yapısı içinde durum biraz daha farklıysa da genel aile yapısı hâlâ aynı tavrı sürdürüyor. Anne babalar, çocuklarının iyi eğitimler alıp, başarılı gençler olmasını istiyor. Ama bunu yaparken ‘sıra dışı’ yönelimlere izinleri yok. Toplumca kabul görmüş bir düzende, yine kabul görmüş bir sıradanlık içinde gösterilmeli başarı. Farklı bir yöne kaydığında “Boş işler bunlar, git sen dersini çalış” öğüdüyle karşılaşan o kadar çok çocuk / genç var ki; yeteneğine daha gelişmeden ket vurulan. Hele bir de küçük bir yerde yaşıyorlarsa, ailelerini arkalarına alsalar bile, toplumun kurduğu barikatların önüne geçmeleri zor. Tıpkı geçen hafta vizyona

Yazının Devamı

Bir kitabın 30 yıllık arka planı

23 Ekim 2022

Yıl 1995. Yaş 24. Bugünkü Milliyet binasının dördüncü katındaki dergi grubunda, Duygu Asena’nın ekibinde çalışıyordum. Kim ve Negatif dergilerini hazırlıyorduk. İlki bir kadın dergisi, ikincisi kültür sanat. Her ikisine de yazıyordum. Genel yayın yönetmeni yardımcısı Serpil Gülgün kitap tanıtımlarını bana verdiğinde sevinçten havalara uçtum. Öyle arka kapak yazılarından devşirme tanıtımlar değildi yazdıklarım. Serpil’in öğrettiği gibi kitapları uzun uzun inceliyor, sayfaları arasında dolaşıyor, kısalı uzunlu okumalar yapıyordum. Bir masa dolusu kitap ve ortasında ben, ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Dergileri iki farklı ekip çıkarıyorduk ama herkes diğer yayına da yazılar veriyordu. Hiç farkında değildim ama müthiş bir gazetecilik deneyimiydi bu. Bir yandan Duygu Asena’nın katkılarıyla kadın olma bilincimiz gelişiyor diğer yanda sanat gazeteciliğini öğreniyorduk. Küçük dünyamın sınırları her gün biraz daha genişliyordu.

Her iki ekipte de deneyimli gazeteciler vardı. İçimizde en küçüğümüz ise

Yazının Devamı

Özgürlük fikirdedir!

16 Ekim 2022

Bronte Kardeşler’den hangisini daha çok seversiniz? “Uğultulu Tepeler” ile Emily Bronte? “Jane Eyre” ile Charlotte Bronte? “Agnes Grey” ile Anne Bronte? Ben Emily’cilerden oldum hep. Tek romanı “Uğultulu Tepeler”, dünya edebiyatının en iyi romanlarından biri bana göre. Tutkulu aşkın başyapıtlarından. Öfke, nefret, yalan, kötülük, hırs gibi çok sayıda kavrama sahip. Dilinin güzelliği bir yana içindeki tekinsiz karanlığın verdiği ürperti de tarifsiz. Böyle bir kitabı Viktoryen ahlakın baskısı altında henüz 20’li yaşlarında yazan Emily Bronte’nin kalbimdeki yeri de ayrı bu nedenle.

Hâl böyleyken, Filmekimi’nde senaryosu ve yönetmenliği Frances O’Conner’a ait “Emily”nin olduğunu öğrenince filmin gösterileceği City’s’de Emily ile kahve içip sohbet edecekmişiz gibi bir heyecanla yürüdüm Nişantaşı sokaklarını. Onu daha yakından tanımak ümidiyle. Baştan söyleyeyim hayalkırıklığına uğramadım.

Filmde Bronte ailesinin tüm fertleriyle tanışıyoruz.

Yazının Devamı

Okuru alt üst eden şahane bir kitap!

9 Ekim 2022

Çağdaş sanatın en aykırı ismi, kısacık ömründe kendi efsanesini kendi elleriyle yaratan Jean Michel Basquiat, 22 Aralık 1960’ta, New York, Brooklyn’de doğdu. Haitili bir baba ile Puerto Rica asıllı annenin çok kültürlü evlerinde. İlk dikkat çekişi, alteregosu da diyebileceğimiz “SAMO” (‘same old shit’ – ‘aynı eski b.k’) imzasıyla yaptığı grafitilerle oldu. 1980’de sokaklara ait olmadığına karar verdiğinde bu imzayı bıraktı. İki yıl sonra Kassel’deki (Almanya) Documenta’da, etkinliğin gelmiş geçmiş en genç sanatçısı unvanını kazandı. Dönemin sanat camiasında siyahi sanatçıların yok sayılması kırılgan kimliğinin en önemli mücadele alanıydı. Dışavurumcu sanatında bunun kavgasını verdi. Uluslararası kabul görmüş ilk AfroAmerikan ressam oldu. Ne yazık ki 12 Ağustos 1988’de, Great Jones Sokağı’ndaki stüdyosunda aşırı doz uyuşturucudan öldü. Basquiat’nın biyografilerinin özel hayat bölümünün en dikkat çekici ismi 1982’de ikisi de şöhret

Yazının Devamı

Arşivden çıkanlar

2 Ekim 2022

İstanbul eylül ayını sanat eşliğinde geride bıraktı. Ekime yine sanatın kolunda girdi. Şehrin dört bir yanında düzenlenen sanat etkinlikleri son hız devam ediyor. Bunlardan biri de 17. İstanbul Bienali. Bienalin geçmiş yıllardan farklı olarak bu yıla özgü tek bir teması yok. Bir başlık altında eserleri toplamak yerine ‘kompostlaşma’ sürecini temsil eden işler tercih edilmiş. Bu bienalin genel olarak dünyanın her yerinden gelen, bienalden önce başlamış ve bienalden sonra devam edecek eserlerin bir birleşimi olduğunu söyleyebiliriz. Bienalin küratörleri Ute Meta Bauer, David Teh ve Amar Kanwar bienali bir uzlaşma alanı olarak değil tartışma alanı olarak görüyorlar. 17. edisyonda amaç vakit geçirmek, soru sormak ve bu sorulara cevap aramak.

Bu hafta bienal mekânlarından Pera Müzesi’ne gittim. Burada arşivleme çalışmaları ön planda. Karşıma çıkan ilk sanatçı 1972 doğumlu Lübnan asıllı Lamia Joreige. “Bir Dönüşümü Haritalandırmak” isimli çalışmasında Osmanlı arşivlerinden portreler, mektuplar,

Yazının Devamı

Milliyet Sanat sana teşekkür ederim!

25 Eylül 2022

Yıl 1988. On yedi yaşındayım. Kafam epey karışık. Bütün eğitim hayatım boyunca doktor olma hayali kurmuşum. Tıp fakültesi tercihlerimin hiçbirine yerleştirilemeyince, hemen altta yer alan, babamın isteğiyle yazdığım – sonrasında bir gün bile pişmanlık duymadığım- Mimar Sinan Üniversitesi matematik bölümünü kazanmışım. Yüksek matematik büyülü bir dünya. İçinde kendimi küçücük hissettiğim amfilerde profesörlerin verdiği dersleri ilgiyle takip ediyorum. İyi güzel de, içimde bir ateştir yakıyor beni. Yazar olmak istiyorum ben. Ama çok fazla sayı var hayatımda. Her şey çok ciddi. Dersler çok zor. Kitaplar, filmler derken sanatla nefes alabildiğimi fark ediyorum. Gazete bayiine gidip bir sanat dergisi istiyorum. Bayii sahibi, hiç düşünmeden bir dergi çıkarıyor raftan. Elime alıyorum, adı Milliyet Sanat. Ben on yedi yaşındayım, o on altı yaşında. Sayfalarını açmamla birlikte yeni bir büyülü dünyaya daha giriyorum. Sinema, müzik, tiyatro, plastik sanatlar, opera, bale, edebiyat…

Yazının Devamı