Resim defterlerinin kaderi
Yıl 1996. Diyarbakır-Silvan’da sınıf öğretmenliği yapıyorum. Derslerden biri de resim-iş malum... Serbest çalışmayla başlıyorum ilk gün, içinizden ne geliyorsa onu yapın diyorum. Dersin sonuna doğru defterlerde gördüklerim dehşet verici... Tanklar yürüyor beyaz kağıtlarda, savaş uçakları uçuyor, cenazeler, ağıt yakan kadınlar... Ben o defterlere gelincikler ekip, On Gözlü Köprü’nün altındaki sulardan akıtmaya çalışırken, İdil Şırnak doğumlu yaşıtım Şener Özmen, Çukurova Üniversitesi’nde resim - iş öğretmenliği yapıyor; haberim yok. İleride olacak; ben gazeteciliğe, o güncel sanata döndüreceğiz rotamızı ve o tarihlerde buluşamayan iki öğretmen olarak yollarımız aynı dergide kesişecek. (Özmen’le ilk röportaj, 2001’de Milliyet Sanat dergisinde, Ayşegül Sönmez imzasıyla çıkmıştı.)
Özmen’in Pilot Galeri’de açılan “Sıfır Tolerans” adlı yeni sergisinin girişindeki 2012 tarihli videosu “Sanatçı Aslında Ne İster”i gördüğümde on altı yıldır aklımdan çıkmayan o resim defterlerini hatırladım. Özmen bu videoda Diyarbakır merkezde, evine yakın bir arazide, sararmış otlar, dikenli bitkiler arasında aşağı yukarı, sağa sola doğru söylene söylene yürüyor. Söylediği hiçbir şeyi duymuyoruz; zira, fonda art arda havalanan savaş uçaklarının gürültüsü var. Ki bu sesler video için üretilmemiş, gerçek sesler. Biraz dikkatli bir dudak okumayla fark ediyorsunuz ki “Sizce bulunduğum noktadan dünya sanatını etkilemem mümkün mü?” sorusunu tekrarlıyor sanatçı. Sizce? Ve öte yandan resim defterleri ne olacak?
Bu çamurun izi kalmalı!
Yeni bir tiyatromuz daha oldu: Çamur’dan Tiyatro. Grup, Engin Alkan rejisiyle Garajistanbul sahnesinde, Norman Lock’un Türkiye’de ilk kez görülecek oyunu “Islah Evi”ni sahneledi 5 Kasım’da. Oyunla ilgili çıkan ilk haberlerin ‘sekiz adet öpüşme sahnesi’ olmasındaki vahameti bir yana koyarsak, “Islah Evi” dış dünyada yaşanan şiddeti, konforlu kafeslerimizde ‘normalleştirmemiz’e ve eylemsizlik halimize sıkı bir eleştiri getiriyor. Bunu gerilimli bir komedi üzerinden yapan oyun, yegane tepki üslerimiz facebook ve twitter’daki aktivistliğimizi de ti’ye alıyor. Karısı, bir ilaç firmasının pazarladığı yeni bir antidepresan nedeniyle ölen Steve (Kenan Ece), bu ölümün faillerinden saydığı Carl (Mustafa Üstündağ) ve karısı Marion’a (Didem Balçın), zekice kurguladığı bir plan dahilinde ‘hayatlarını görme / arınma/ıslah olma’ şansı veriyor. Ve bize de tabii...