Biri kâğıtla kalemi çekip alsa elimden... Bir daha asla yazmayacaksın dese. Yasakladık, kelimelerden uzak dur... Ne roman, ne köşe, ne şu, ne bu... Tam 20 yıl hiçbir şey yazmak yok! Ölürüm gibi geliyor. Ama o ölmedi. Vazgeçmedi de... Kendini ifade ettiği, en iyi yaptığı işten men edilen dünyanın saygın yönetmenlerinden İranlı Cafer Panahi!
2010’da İran’da ‘yönetime karşı çıkma’ suçlamasıyla 20 yıl sinema yasağı cezası verdiler. Film yönetme, senaryo yazma, yapımcılık yapma... Hepsi yasaklandı Panahi’ye. Yurtdışına çıkmak da dahil. Ama o yılmadı. Öldür(e)meyen düşman sayesinde güçlendi. Bir yolunu bulup filmlerini de çekti, onları festivallere de gönderdi. Son filmi, gizlice çektiği “Taxi Tahran” ile Şubat 2015’te düzenlenen 65. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’nın sahibi oldu.
“Taxi Tahran” bu hafta vizyona girdi. Öyle uluorta film çekemeyeceği için sarı bir taksiyi film stüdyosuna dönüştüren Panahi, direksiyona da kendi geçiyor. Arabaya yerleştirdiği video kamera, Panahi Tahran sokaklarını dolaşıp, müşterilerle sohbet ederken sürekli kayıtta kalıyor.
Taksiye bir kadınla bir erkek biniyorlar önce. Hırsızlık olayları üzerine bir sohbet başlıyor aralarında. Adam “Sallandıracaksın bunları” derken, öğretmen olan kadın itiraz ediyor. Belki ihtiyaçtandır, birini asmak bu kadar kolay olmamalı diyor. Panahi onların ardından korsan DVD satıcısı Ümit’i alıyor taksisine. Panahi’yi tanıyor zira ona daha önce Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu”sunu satmış. İran’da korsanın haklılığı ve gerekliliği üzerine açıklamalar yapıyor Ümit, hatta yetmiyor Panahi’ye bir de iş teklifinde bulunuyor.
İslam’a uymalı
Taksi durduğu bir sırada bir kadınla motosiklet kazasında yaralanmış kocası biniyorlar arabaya. Adam, inleye inleye Panahi’nin cep telefonuna vasiyetini kaydediyor: “Her şey karıma kalsın”. Onları hastaneye bırakıp uzaklaşıyor Panahi. Ama az önceki kadın vasiyet belgesi için art arda aramaya başlıyor. Hazır kendisini kocasının kardeşlerinden koruyacak bir kayıt varken onu kaybetmek istemiyor. “Tamam” diyor Panahi, göndereceğim.
Ellerinde bir kavanoz içinde balıklarla iki kadın biniyor bu kez taksiye. Balıkları tam 12’de Ali Çeşmesi’nin havuzuna bırakmak zorunda olduklarını söylüyorlar. Yoksa öleceklerini de... Onlarla da batıl inançlar üzerine sohbet ediyor Panahi.
Ve tanıdık bir yolcu: Panahi’nin okuldan aldığı yeğeni Hana Saeidi. Ki Berlin Film Festivali’ne gidip İran’ın dışına çıkamayan dayısı Panahi’nin ödülünü o almıştı. Taksinin ön koltuğuna yerleşen Hana, dayısına bir kısa film ödevi olduğundan söz ediyor. Aslında 10 yaşlarındaki küçük hanım filmini çekmiş ama kafası karışık. Filmin yayınlanabilir olmasının kurallarını yazdırmış öğretmen. Bu maddeleri dayısıyla paylaşıyor: “İslami kurallara ve örtünmeye uyulmalı. Erkek ve kadın arasında temas olmamalı. Karalama olmamalı. Şiddetten kaçınmalı. Olumlu karakterlerde kravat ve Farsça isim kullanılmamalı. Peygamber’in sülalesinden isimler kullanılması tercih edilmelidir.” Gülsün mü ağlasın mı dayısı?
Ülkesiyle hesaplaşıyor
Sohbet ederek giderken kollarında gül demeti olan bir kadını alıyorlar taksiye. Panahi’nin de tanıdığı bu avukat, voleybol maçına gittiği için 108 gündür tutuklu olan, açlık grevindeki Gonca’nın savunmasını üstlenmiş. Bu zorluklarla ilgili nefis bir konuşma yapıyor. Sinemacılar için bir gül bırakıp iniyor arabadan.
Yolda kafa karışıklığından bahsediyor Hana: “Öğretmenimiz gerçek şeyler gösterin ama çok gerçek olanları göstermeyin dedi. Göstereceğiniz gerçekler çirkin ve sorunluysa göstermeyin. Açıkçası ben göster gösterme, gerçek gerçek dışı arasındaki farkı anlayamıyorum”. Dayının cevabı: “Bazı gerçekleri göstermemizi istemiyorlar!”
Ama işte Panahi o gerçekleri gösteriyor. Onu ülkesine hapsetseler de film çekmesini yasaklasalar da bir şey değişmiyor... Panahi’nin son derece ağır gerçekleri mizahi bir dille gösterdiği “Taksi Tahran” İran toplumunun sağlam bir analizini yapıyor, ülkesiyle hesaplaşıyor kısacık bir zaman diliminde. Sinemacılar için bir gül bu film. Kıpkırmızı...