Attila İlhan, geçtiğimiz cumartesi gecesi TRT - 2'de yaptığı konuşmada, bana göre yaşadığımız günlerin yozlaşmışlığını ürkütücü biçimde yansıtan bir kamuoyu araştırmasından söz etti. İlhan'ın, özellikle Cumhuriyet'in kuruluş yıllarının siyasal / ideolojik arka planının öyküsünü anlattığı bu konuşmaların küreselleşmeci ve serbest piyasacı yazarlar tarafından
can sıkıcı bulunduğunu bilmiyor değilim. Ama gerçeklik tümüyle bu piyasacı yandaşların önermelerine ve akıl yürütmelerine göre oluşmadığı için, İlhan'ın görüşlerinde ciddiye alınması gereken öğeler bulunduğuna inanıyorum. Onun
Kemalist kökenli sosyalizm anlayışını
paylaşmıyorum elbet, ama bu, onun antiemperyalist ve antikapitalist düşüncelerini olduğu kadar kimi etik ve estetik
değerlere sahip çıkışını da reddettiğim anlamına gelmiyor. Tüm değerlerin ve hiyerarşilerin geçersizleştiği yolundaki postmodern iddia, bu türden bir palavrayı kabullenilir kılabilecek nerdeyse
tanrısal bir yetkili mercii gerekli kılar. Oysa bu,
teolojik bir öne sürme olur.
Ama burada tartışmak istediğim asıl sorun bu değil. Attila İlhan o konuşmasında, aklımda kaldığı kadarıyla üniversiteyle bağlantılı bir araştırma kurumunun 1979 ve 1998 yıllarına ait iki kamuoyu araştırmasının sonuçlarına değiniyordu. Üniversite gençliği arasında yapılan ve sosyo - ekonomik
beklenti ufkunu saptamaya yönelik bu araştırmanın 1979 anketinde birinci sırada "sevginin", ikinci sırada ise "özgürlüğün" yer aldığını belirten Attila İlhan, 1998 anketinde irkiltici ve kaygılandırıcı bir
kayma olduğunu hüzünlü bir dille vurguluyordu. 1998 beklentiler değerlendirmesinde birinci sırada, Shakespeare'in "insanlığın ortak orospusu" olarak nitelediği "
altın", yani
para yer alırken
özgürlük utanılacak biçimde sekizinci sıraya düşüyor.
Herkesin hüzünlenmesi gerekir bu sonuç karşısında. Demek ki, üniversite gençliğinin büyük bölümünün özgürlük ve demokrasi gibi
ilkeler umurunda bile değil. Araştırmayı yürüten kurum bile bu inanılmaz sıralamadan kuşkuya, ne kuşkusu, korkuya kapılarak, anketi ekonomik açıdan geri kalmış iki ilde yenilemiş ve ne yazık ki, orada da aynı sonucu almış. 1980 darbesinin başı Evren, ilk televizyon konuşmalarından birinde "benim maaşım kırk bin lira, otel garsonu bile fazlasını kazanıyor" diye feryat ederken, demek ki, pek farkında olmadan Özal'cı serbest pazar ekonomisinin sonul
bireysel amacının ne olması gerektiğini, bir şikayet biçiminde dillendiriyormuş.
Paranın birincil amaç olarak benimsenmesi, hiç kuşkusuz
kapitalizmin Türkiye'de egemen konuma geldiğinin bir göstergesini oluşturmasının yanı sıra etik değerlere, bir siyasal inanca sahip olma ve onlar için savaşıma girme isteğinin
erozyona uğradığını da ifade ediyor. Ayrıca bu yönsemede, parayla eşanlamlı sayılabilecek
toplumsal başarı karşısındaki eleştirel tavrın
teslimiyetçi ve
onaylayıcı bir içeriğe yenik düşmesi olasılığının bulunduğunu da anımsatmak gerekiyor.
Genç İletişimciler'in ve benzeri kuruluşların ödüllendirme faaliyetlerinde
medyatik değerlendirme ölçütlerini aşamaları, hep aynı adlara takılıp kalmaları bu türden bir ideolojik koşullanma olarak değerlendirilebilir. Bu
takılma, bu
ön kabul, önceden verilmiş olanı benimseme, ister istemez düşünsel ve eleştirel
tembelliğe yol açar.
Genç İletişimciler demek ki
tarihten söz eden Attila İlhan'la ve onun gibi toplumsal ve kültürel sorunlarla ilgilenen Murat Belge, Ünsal Oskay gibi yazarlarla ilgilenecek zaman bulamıyorlar.
Türkiye toplumu para, başarı ve ün kavramlarını doğal sınırları dışına taşıyan bir kapitalistleşme sürecini yaşıyor. Devlet, siyaset, sermaye ve mafya ilişkilerinin görülmemiş biçimde eklemlendiği ve doğallaştığı bir ortamda, üniversite okuyanları da çeşitli iş kollarında çalışanları da dahil olmak üzere gençliğin depolitize olmasına, umursamazlaşmasına ve "köşeyi dönmek" için her şeyi mubah saymasına şaşmamak gerekir.