İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Moshe Kamhi birçok kimliğe sahip. 1953’te Kasımpaşa’da oturan Yahudi bir ailenin oğlu olarak doğduğu İstanbul’a 56 yıl sonra İsrailli bir diplomat olarak döndü. 15 yaşında terk ettiği Türkiye’ye kopmaz bağlarla bağlı olduğunu anlatan Kamhi “Vatanım İsrail” dese de Paris’te diplomatken misafirlerine Türk mutfağından örnekler sunmayı “görev bilen”, Türkçe’de imla hatalarına tahammülü olmayan bir Türkiyeli.
Doğup büyüdüğünüz yerleri gezdik. Neler hissettiniz?
Çok keyifli bir geziydi. Tabii ilk kez yürümüyorum oralarda. Doğrusunu söylemek gerekirse geçmişimin İstanbul’una kıyasla bugünkü İstanbul’u daha güzel buluyorum. Masalımsı İstanbul benden belki de iki nesil öncesinde kaldı. Benim çocukluğumu geçirdiğim şehir dönüşüm geçiriyordu. Bugünkü İstanbul’u gerçekten çok beğeniyorum. Köklü bir tarihe sahip büyük metropoller arasında tarihi koruyabilen bir tek İstanbul’u bilirim.
Aradan geçen bunca yıla rağmen çocukluğunuzun mahallesini, okulunuzu ne kadar iyi hatırlıyorsunuz...
Piri Reis’teki coğrafya hocamı asla unutmam. Bütün öğretmenlerimin benim oluşmamda büyük emekleri olmuştur. Bugün gitmedik ama Büyükparmakkapı Sokak’taki Taksim İlkokulu mezunuyum. İlkokul öğretmenim Naciye Yaşar’ın çok emeği vardır. Piri Reis’te Hasan Çelik okul müdürümüzdü aynı zamanda coğrafya öğretmenimizdi. Siması hâlâ gözlerimin önünde. Fizik öğretmenimiz aynı zamanda sınıf öğretmenimizdi, bize makul olmayı öğretti. Abartıya kaçmadan ölçülü olmak, bir olayın her boyutunu göz önüne almak...
Öğretmeninizin “makul olun” vurgusu acaba diplomasiyi seçmenizde etkili olmuş mudur?
Belki... Sözel yeteneklerim belliydi. Bana matematik çalıştıran sınıf arkadaşım Yahya Arıkan tevekkeli değil, bugün Serbest Muhabeciler Odası başkanı.
2009’da yine Milliyet’ten Miraç Zeynep Özkartal’a “Okul arkadaşlarımın beni bulmasını isterim” demişsiniz. Çağrınıza cevap verenler oldu mu?
Bir yıl önce bir resepsiyonda Kasımpaşa’dan birkaç arkadaşla karşılaştım. Okul kaydımı buldular. Çerçeveletip bana hediye ettiler. Evimde, baş köşede duruyor. Eve gelen konuklarıma gururla gösteriyorum.
Türkiye’de aldığınız eğitimin farklı olması nedeniyle İsrail’de liseye gittiğinizde sıkıntı çektiniz mi?
Hiç sıkıntı çekmedim. Türkiye’den İsrail’e gidenlerin hiçbiri sıkıntı çekmedi. Buradan götürdükleri bilgi dağarcığıyla büyük beğeni topladılar. Buradan tıp okuyup gidenlerin beşi ya da altısı İsrail’de hastanelerde servis şefi. Biliyorsunuz İsrail tıp alanında çok meşhur bir ülke. Herkes orada kolay kolay servis şefi olamaz. Demek ki buradan aldıkları temel çok güçlüymüş. İsrail Dışişleri Bakanlığı sınavında 12 yıl öncesine gidip burada öğrendiklerimi hatırladım.
Bugün gittiğimiz Piri Reis okulundaki eğitiminiz İsrail diplomatı olmanızı sağladı diyebilir miyiz?
Elbette. Sınavda “Truva’yı kim kazdı?” diye sordular. Schliemann! Burada öğrendim ben bunu. Coğrafya hocamız bize derdi ki “Denizler geç ısınır, geç soğur. Karalar çabuk soğur, çabuk ısınır”. Türkiye ve İsrail, devletler ve halkların ilişkilerinden bahsedilirken bu benzetme aklıma geliyor. Hükümetler karalara benzer. Çok çabuk anlaşmazlık durumuna geçebilirler. Sonra milli çıkarlar irdelenir, tekrar uzlaşırlar. Halklar ise denizler gibi.
Üç yılı aşkın görevinizde bir İstanbullu olarak İsrail halkını temsil etmek nasıl bir deneyim?
Unutmayalım ki 33 yıldır diplomatım. Nerede olursa bir İsrailli diplomatın gündeminde belli konular vardır. Türkiye istisna değil. Tabii benim dönemimde İsrail ve Türkiye hükümetleri arasındaki anlaşmazlık, gerginlik var. Eskiler buna ‘buhran’ derlerdi.
Karaların ardından da denizlerin tekrar ısınabileceğine inanıyor musunuz?
Her zaman. Çünkü bağlar tamamen kopmuş değil, sürekli arayışlar var. Hükümetlerarası ilişkilerin düzelmesinden sonra bizim dört elle sarılıp kamusal alanda da neleri daha iyi yapabiliriz diye çalışmamız gerekecek. Durum siyah ya da beyaz değil, karışık. Bunlar yalnızca diplomatların yapabileceği şeyler değil.
Sizin gibi Türkiye’den İsrail’e göçmüş çok fazla kişi var. 15 yaşında İstanbul’dan İsrail’e gitmiş, yıllar sonra doğduğu ülkeye İsrail diplomatı olarak dönmüş birisi olarak kendinizi nereye ait hissediyorsunuz?
Türkiye Yahudileri adına konuşamam ama Türkiye’ye koparılamayacak bağlarla bağlıyız. Kültür, dil, eğitim, mutfak bakımından... Doğum yerimiz tabii ki İstanbul. Aramızda Türkçe konuşuruz. Hatta ikinci nesle aktarılmamış olan pek çok şey, şimdi diziler aracılığıyla Türk dili ve bilinci üçüncü nesilde var.
”Hayat dergisi koleksiyonum var, Türk yemeklerini iyi yaparım”
Koparılamayacak bağlar dediniz... 500 yıl önce bu topraklara yerleşmiş Sefarad Yahudisi bir aileden geliyorsunuz...
Ben burada hiçbir zaman kendimi yabancı görmedim, ne o zaman gördüm ne şimdi görüyorum. Biz dualarımızda Kudüs’e dönmeyi ahdetmiş bir milletiz. Fakat İsrail’e göç eden arkadaşlarımla Türkçe konuşuruz. Türk tarihine meraklı biri olarak devamlı okurum. Hayat dergisinin eski sayılarını saklarım. Üçüncü ülkelerde görev yaptığımda hem İsrail hem Türk mutfağından örnekler sunardım. İsrail’i olduğu kadar Türkiye’yi de tanıtmayı görev bilmiştim. Gerdan çorbası, patlıcanlı mezeler... Balıkları da Türk usulü pişiririm. Paris’teyken kitaplara bakıp yapıyordum. Türkçe’de imla yanlışına tahammülüm yoktur. SMS yazarken bile dikkat ederim; ‘de’leri, ‘da’ları asla yanlış kullanmam. Nüfus kaydım hâlâ Kasımpaşa’da, Bedrettin Mahallesi’nde. Kasımpaşalı bir halk çocuğuyum. Annem Hasköy, Piripaşalı.
Kasımpaşa deyince Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın akla gelmesi kaçınılmaz. Temasınız oldu mu kendisiyle?
Sayın Başbakan’la iki defa karşılaştım. 2005’teki İsrail’e resmi ziyareti sırasında çevirmenlik yaptım.
Bir kere de İsrail’in eski başbakanı Ehud Olmert’in yanında çeviri yaptım.
Konsolosluk görevinize başladığınızdan bu yana?
Kısmet olmadı.
DOĞDUĞU EV
Moshe Kamhi’yle Pera Palas otelinde buluşuyoruz. Başkonsolosluğun basın danışmanı Korin Penso, sivil bir polis memuru, İsrailli bir koruma görevlisi, fotomuhabirimiz Hüseyin Özdemir’in de bulunduğu küçük kafilemizin ilk durağı Moshe Bey’in Tepebaşı’nda doğduğu ev. Apartman çoktan otel yapılmış. Moshe Bey, “Apartmanın tamamı bir ailenindi. Otel yapmaya karar verdiler. Yolun karşısında Casablanca gazinosu vardı. Müzeyyen Senar çıkardı, çok güzel bir gazinoydu. Biliyor musunuz Casablanca’yı” diye soruyor. Yaşımın yetmediğini söylüyorum. Türkçe, İbranice ve İngilizce konuşmalar eşliğinde Kasımpaşa Stadyumu’nun yanından aşağıya iniyoruz. Tepebaşı Caddesi üzerinde Moshe Bey heyecanlanıyor, “Benim zamanımda yol tek yönlü değildi. Refüjlerin kenarından yürüye yürüye arşınlardık bu yolu” diyor. Soluk kış güneşi altında gözlerini kısarak çocukluğunu hatırlıyor.
“Farklı dinler sorun olmuyor”
İstanbul’dan önce 1990’lı yılların sonunda Ankara’daki İsrail Büyükelçiliği’nde çalıştınız. Nasıl geçmişti?
Ankara’daki ilk dönemimde 1999 depremi oldu. Havalimanında İsrail’den gelen yardım uçaklarını karşıladım. Elçi müsteşarı olarak Düzce depreminde daha çok sahadaydım. Her iki depremde de birer seyyar hastane kuruldu. İsrailli askeri doktorlar depremzede kadınların doğurmasına yardımcı oldu. O sırada tanıştığım Amasya milletvekili Gönül Saray’la çok yakın arkadaş oldum. Öyle ki Hikmet Çetin ve Gönül Hanım nikah şahitlerim oldu.
Eşinizle nasıl tanıştınız?
Şu an bulunduğumuz Divan Oteli’nde bir düğünde tanıştık. Ben oğlan tarafıydım, o kız tarafı. O gün dans etmeye başladık hâlâ da ediyoruz.
Özel bir soru olacak ama eşiniz bildiğim kadarıyla Musevi değil. Farklı dinler arası evlilikler artıyor...
Önemli olan eşlerin uyum sağlaması. Hayata bakış açıları... 10 yıldır evliyiz. Hiç sorun olmadı. (Sohbetimizin sonunda eşi yanımıza geliyor. “Sizinle de fotoğrafını çekseydik Moşe Bey’in” dediğimde “Yok, ben metroya ve vapura biniyorum. Yüzümün eskimesini istemem” diyerek gülüyor)
“Her zaman siviller için üzülürüz”
Türkiye’nin kültürünü, halkının tepkilerini çok iyi bilen birisiniz. Burayı tanımak herhangi bir İsrailli diplomata göre fark yaratıyor mu?
Diplomat olarak tutumumuz her yerde aynıdır. Tabii Filistin her zaman gündemde. Biz bazen sıkıntılarımıza, kaygılarımıza basında yeterince yer verilmediğini düşünüyoruz. Bizi askeri operasyon yapmaya sevk eden sebepler iyi anlatılmıyor. 2011 yılından beri roketler İsrail’in güneyi hedefleniyor.
Filistin’de sivil ölümlerinin yüksek olması değerlendirmeyi etkiliyor...
Roket düşen bölgelerde nüfusun seyrekliği, erken uyarı sistemi, korunmalı odalar sayesinde bizim kayıp sayımız az. Biz her zaman siviller için üzüntü belirtiriz, bizden olsun, onlardan olsun. Siz ne zaman karşı tarafın bizim kayıplarımız için üzüldüğünü duydunuz?
“6-7 Eylül’ün ayrıntılarını kitaplardan öğrendim”
Doğum tarihiniz 1953. Siz iki yaşındayken 6-7 Eylül Olayları oluyor. Öncesinde Varlık Vergisi var. 1968’de Türkiye’yi terk etmenizde etkili mi?
Ben liseyi okumaya giderken İsrail’in gelişmişliği beni çekmişti.
Gelecek mi gördünüz?
Evet. Evde tabii 6-7 Eylül’ün, Varlık Vergisi’nin adı geçti. Konuşulurdu ama ben ayrıntıları kitaplardan okuyarak öğrendim. Türkiye pek çok konuda açıldı ve her şeyin de tarihi yazıldı. Her şeyin tartışması yapılıyor.
OKUDUĞU OKUL
Cadde üzerindeyken Piri Reis ilköğretim okulunun yerini ilk başta bulamıyoruz. Herkesten atak davranıp Moshe Bey, dükkanlara dalıp esnafa “Selamunaleyküm” diyerek yolu soruyor. Okulunu bulduğumuzda yüzü aydınlanıyor. Bana defalarca “Bugüne kısmetmiş” diyor, kapıdaki güvenlik görevlisi de Piri Reis mezunu çıkınca muhabbete koyuluyorlar. Okul binasının hemen dibindeki muhtemelen rezidans olacak dev inşaat karşısında hayrete düşüyor. Fotoğraf çekiminden sonra arabaya bindiğimizde geçen yılları hesaplamaya başlayan Moshe Bey’i, makam şöförü “Yok abi gençsin hâlâ” diyerek teselli ediyor.