El Bab’daki DAEŞ’le devam...
.................
DAEŞ’e katılmak isteyen Suriyeliler, önce Rakka’ya gitmek zorundalar.
Oradaki “Humus Elçiliği” adı verilen terör örgütünün “idare binasına” başvuruluyor.
İki gün geçirdikten sonra, “Sınır İdaresi Departmanı” adlı daireye sevk ediliyorlar.
Sorgulanıyorlar:
“Neden kutsal(!) savaşçı olmak istiyorsun” diye başlayan bir sorgulama maratonu...
El Bab’ı kuşatan Mehmetçiğin arkasında 80 milyon insanımızın yürek desteği var.
İçten dileklerimiz “MR sinerjisi” ile üstlendikleri görevi başarıyla sonuçlandıra-caklarına inanıyorum.
....................
Ancak...
Çok zorlu bir misyon olduğunun da iyi bilinmesi gerekir.
Rakka, Musul ve El Bab DAEŞ için “Mahşer’in 3 atlısı” gibidir.
“Askeri” olarak “hayatidir.” Tabanı içinse “İtibar sembolleri”dir.
Türkiye’ye “acı haberin” sonu gelmiyor.
Gene yüreğimiz yandı.
El Bab’da 16 şehit verdik.
Onlardan biri de gazetem Milliyet’in yazı işlerinden kardeşim Barış Baş’ın kuzeni Ali Sezai Yalçın.
“Ateş düştüğü yerin” ötesinde hepimizin ciğerini dağlıyor.
Bir yandan ülkenin içindeki terör belası, öte yandan Suriye’den gelen şehit ve yaralı haberleri...
.....................
Sadece 2016 Türkiye’si değil.
“Gerileme devrinden” başlayarak yıkılana kadar Osmanlı Devleti ve küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti de çok zorlandığı, kritik süreçlerden geçti.
Osmanlı’nın son yüzyılında politikası, dinde “reform” ve bilimde “rönesans”la gelişmeye, aydınlanmaya geçmiş “sanayi devrimiyle” daha da güçlenmiş, Afrika ve Asya’daki sömürgelerinden sağladığı olanaklarla zenginleşmiş “büyük devletler” arasında dengeler kurmaya odaklıydı.
O büyük devletler arasındaki çekişmelere / düşmanlıklara oynayarak kâh birine, kâh diğerine yaklaşıyordu/dayanıyordu.
***
Bu oyunu en iyi oynayan Sultan Abdülhamid’di.
İttihat ve Terakkiciler devleti ele geçirdikten sonra bu satrançta çırak çıktılar.
Rus Büyükelçisi Andrey Karlov’a suikast sonrası bir yemekteydim.
Masamızda iki ülkenin başkonsolosluk mensupları vardı.
Yemek boyunca cep telefonlarımıza düşen mesajları paylaşıyorduk.
Bir ara...
Ertuğrul Özkök telefonunu uzatıp ekrandaki bir kimlik kartını gösterdi.
“Katil çevik kuvvet polisiymiş” dedi.
Masada ve özellikle iki diplomat konukta bu mesaj “şok” etkisi yaptı.
15 Temmuz gecesi.
Nurol Holding’in Başkanı Oğuz Çarmıklı’nın telefonu çalar.
Arayan Ankara’daki zırhlı savaş araçları üreten Nurol Makine A.Ş fabrikasının genel müdürü Engin Aykol’dur.
“Darbe kalkışımına karşı kullanılmak üzere elimizdeki 15 aracımızı istediler, ne yapalım?”
O araçlar 1 gün önce zorlu arazi şartlarında test edildiği için, çiziklerin, bazı ufak tefek sıyrıkların onarımı için fabrikada tutulmaktadır. İki gün sonra Güneydoğu’da kullanılmak üzere belirlenen yörelere gönderilecektir.
Oğuz Çarmıklı bir saniye bile tereddüt etmez “Elbette verin” der.
Ardından da şu uyarıda bulunur:
Jean Gabin Fransız sinemasının “efsane” sanatçılarından biridir.
Uzun sanat hayatında hep “sağlam karakteri” oynamıştır.
Onun “Maintenant Je Sais”deki tok, bilge sesi yaşam “mottosu” gibidir.
“Maintenant Je Sais” yani “Şimdi biliyorum.”
Gençlik çağlarından başlayarak her evrede “bildiğini” anlatır.
Ve ömrünün finaline geldiğinde “hayat perdesi” inmek üzereyken gene “biliyordur.”
Neyi?
Türkiye’nin iki duyarlı fayını hareketlendirme oyunlarına dikkat...
1- Zaten 10 yıllardır PKK üzerinden sürdürülen “Türk-Kürt” ırkçı tezgâhlar.
2- Mezhep kışkırtmaları... Son haftalarda özellikle sosyal medya üzerinden Sünni ve Alevi vatandaşlarımızı karşı karşıya getirmek tahrikleri tırmanışta. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da bu tehlikeli oyunlara dikkat çekmiş bulunuyor.
***
İkincisi çok “yakın” bir tehdit değil henüz.
Çok şükür...
Birinci yara ise 10 yıllardır kanıyor.