Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AB’nin Türkiye ile tam üyelik sürecini “donduracağı /askıya alacağı” gibi söylentiler dolaşıyor.
Önce belirteyim ki bu “teknik” olarak çok zor.
AB Komisyonu (üst devlet), Avrupa Parlamentosu, AB Dışişleri Bakanları Komitesi ayrı ayrı kararlar almalıdır.
Bunun ön çalışmaları, raporlarının hazırlanması, görüşmeler ve oylamalar gerekir.
Dolambaçlı ve zamana uzanacak bir uzun yoldur.
O arada neler olur bilinmez.
Öte yandan, böyle “teknik” yol haritaları olmayan, sadece kendi aralarında bir sessiz anlaşmayla tek taraflı olarak müzakerelerde “yeni başlık” açmayı askıya alabilirler.
Zaman zaman bunu yaptılar da.
Fakat...
Her defasında tıkanıklık aşıldı.
Burada önemli olan, tarafların, yani Ankara ve Brüksel’in “gönüllü” psikolojileridir.
Ancak... Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son söylemleri ve buna AB’den gelen cevaplar ipin gerildiğini gösteriyor. Brüksel’de yapılan “Kırmızı bayrak” yorumu galiba son çeyrek yüzyılın en düşündürücü işaretidir.
Dileriz ki amacını aşan söylemlerden “makulü normalde arayan” çizgiye dönülür.
Bunu irdeleyelim.

NE KADAR ŞENDİK

AK Parti iktidarının 2000’li yıllarda sadece kendi tabanının ötesinde “liberal/entelektüel” kesimden İstanbul burjuvasından da aldığı desteğin temel nedeni AB’ye “kararlı” -görülen- yürüyüşüydü.
Buna Avrupa’nın siyasetçilerini, medyasını da ekleyin.
2000’li yılların sonlarından itibaren Ankara o ilk zamanların AB heyecanını yansıtamaz oldu.
Suriye eksenli Ortadoğu’ya ağırlık koymaya başlayan ve üzerine “yeni Osmanlıcılık” etiketi yapıştırılan politika kayması, içteki “liberal/entelektüel” ve Avrupa medyasında, siyasetçilerinde destekleri yitirme sürecini başlattı.
Beraberinde “Türkiye eksen mi değiştiriyor” soru işaretlerini taşıdı.
Aslında...
Bu süreç sadece Ankara’dan kaynaklanmış değildir.
AB de “olumsuz” vitese geçmiştir.
Türkiye’nin “tam üyelik” beklentilerinde kırılmalar AB merkezli sarsıntıların uzantısıdır.
AB üye ülkelerinde ve Türkiye’de yapılan kamuoyu araştırmaları da “toplumların, Türkiye’nin AB üyeliğine giderek daha serin hatta soğuk olduğunu” yansıtıyor.
Tepelerde uzaklaşmanın, tabanları etkilediği...
Tabanlardaki soğumanın ise geri dönüşümle tepelerde / karar vericilerde belirleyici olduğu bir kısır döngüdeyiz.
Göstermelik “vitrin düzenlemeleri” gönül almalar arkasında katı gerçek -ne yazık ki- bu.
Hatta...
Öyle bir noktaya gelindi ki Rus Başbakanı şöyle konuşabildi:
“Ukrayna ne zaman AB’ye üye olacak?
Türkiye’den sonra.
Türkiye ne zaman AB’ye tam üye olacak?
Hiçbir zaman.
Öyleyse Ukrayna da hiçbir zaman AB’ye giremeyecek.”
Yani...
50 yılı aşan “Türkiye’nin AB’ye üyelik serüveni” işte böyle bir “kara mizaha” dönüştü.

UZUN İNCE YOL

12 Eylül askeri müdahalesini izleyen yıllarda AB tarafından “Türkiye dosyası rafa kaldırılmıştı.”
Yolculuğu kaldığı yerden yeniden başlatan dönemin başbakanı merhum Turgut Özal olmuştur.
Brüksel’de “tam üyelik için başvuru kararını” açıkladığında, bu geziyi izleyen gazeteciler arasındaydım.
“Olacak şey” gibi görünmüyordu.
Heyette olanlar ve Brüksel’in nabzını iyi tutan ve artık görünmezler gezegenine göç eden Mehmet Ali Birand gibi gazeteci arkadaşlarımız bile fazla iyimser değillerdi.
“Başvuru işleme konulmadan geri çevrilebilir” gibi alacakaranlık senaryolar bile konuşulmaktaydı.
O nedenle “tam üyelik başvurusunun sadece kabul edilmiş olması” bile sevinç rüzgârları estirmişti.
O günlerde Özal’ın “Uzun ince bir yola girdik. Çok zorlanacağız, üzüleceğiz, bizi itekleyecekler ama yılmamalıyız. Biz gene bu yolda kararlı ve istekli olarak devam etmeliyiz” mesajı hatırlardadır.
Bugünler için de “yol göstericidir.”
AB’ye tam üyeliğin gerekli olduğuna inanan herkesin, her kurumun, STK’ların, yazar çizerin omuz vermesi zamanıdır. Soğuk nedeniyle donan, buz tutan AB yolunda patinajdan kurtulmak ve ilerleyişi sürdürmek için bu destek önemlidir.
Hem de çok.