Sinemalarda “Tanrının Vadisinde (In The Valley Of Elah)” bugünün Türkiye’sinde mutlaka görülmeli.
Yazar arkadaşlar galiba filmin sonundaki mesajı almamışlar.
Bir sürü yüzeysel yorum.
Çünkü...
“O son” için tek satır yok.
Charlize Theron, Tommy Lee Jones’un başrollerini paylaştıkları filmin konusu şöyle...
Hank (Tommy Lee Jones) emekli çavuştur. Örnek bir asker olarak görev yapmıştır. Oğlu Mike’ı da asker yazdırır.
Mike, bir süre Irak’ta savaşır. ABD’ye döndükten sonra da ansızın kaybolur.
Baba Hank, oğlunu bulmak üzere müthiş bir arama çabası gösterir.
Polis müfettişi rolündeki Charlize Theron yardımcısıdır. Bu süreçte polis, adalet, oğlunun asker arkadaşları ve üstlerinden öylesine yanlışlar ve adaletsizlikler görür ki, bütün değer yargıları altüst olur. Filmin sonunda bayrak direğine Amerikan bayrağını “yıldızların bulunduğu” bölümü aşağıya getirerek ters asar.
Anlamını da şöyle açıklar:
“Amerikan bayrağını ters asmak, bu devlet kurtarılmayı bekliyor demektir.”
Yorum yok.
SİYASET YELLERİ
Her şey çok güzel olsaydı, “Kavak yelleri esiyor” diye düşünülebilirdi.
Oysa... “Siyaset yelleri” esiyor.
Hiç de zamanı değil.
Türkiye’de borsanın yüzde 70’i, Hazine kâğıtlarının yüzde 40’ı yabancılarda.
2007’de iktisadi büyüme yüzde 4.5 ama son çeyrekte yüzde 4’ün altında. Bunun anlamı; “iyi” bir olasılıkla 2008 oranının yüzde 3.5’te kalacağıdır.
Üst üste yüzde 8 büyümeden sonra bu oran, duvara çarpmak değilse de, “kazık fren” sarsıntısı yapar.
Bu, ekonomide mevsim normallerinin sürmesi halidir.
Oysa... Dünya ekonomilerinde tsunami dalgaları yükselmekte.
YTL’nin değer kaybetmesiyle ihracat olanaklarının genişlemesi gerekirken, tam tersine, dış piyasalar daralmakta.
İhracatçılar karamsar.
Teoride büyük ve iddialı analizler bir yana, alışveriş merkezleri giderek tenhalaşıyor.
Müşterileri yiyecek bölümlerinde ve sinemalarda yoğunlaşıyor.
Tuzu hiç rutubet almayan “A+” grubu bile şık restoranlarda daha az görünmekte. Sadece birkaç ünlü markadan alışveriş yapmakta.
Cadde ve sokaklardaki dükkânlar ise kan ağlıyor.
İşsizlik oranı yeniden tırmanışa geçti.
Türkiye ekonomisinin yedek kanı olan yabancı sermaye durakladı.
Bunların hepsi daha ilkbahar kriz yoklamasında hissedilmişti.
O süreçte önlemler alınacak yerde, iktidar, gündemini önce Çankaya, sonra da türbana odakladı.
Patinajla 1 yıla yakın süre yitirildi.
Şimdi gelinen kritik noktada hâlâ aynı yanlışta ısrar edildiği ortada.
Yürütme, yargıya karşı bilek güreşi görüntüsü veriyor.
Topluma da “kutuplaşma” mesajları yansıtılmakta. Böyle durumlarda “kriz yönetimi” uygulanır.
Eğer kaptan köşkünde sağduyulu ve bilge bir “kriz yönetimi” kurulamazsa, korkarım ki, bayrağı ters asmak gerekebilir.
Yani... Bu yazının daha ilk satırlarında anlattığım gibi...
LÜZUMSUZ KLİŞELER
TV’lerde “lüzumsuz klişeler” âdeti oluştu.
Örneğin... Gazetecilerin sorularını cevaplayan siyasetçiler, söze şimdi... “Tabii” diye başlıyorlar.
Konu, geçmişle ilgili olsa da “şimdi...”
Gayri tabii bir durum sorgulanıyorsa, gene “tabii...”
Oysa Türkiye, hiç de “tabii” göstergelerin ülkesi değil.
Bir başka “lüzumsuz klişe” de “oldukça” söylemi.
Sözgelişi... “Başbakan Erdoğan oldukça gergin görünüyordu” gibi bir anlatım.
Oysa... Ne “oldukça”, Başbakan Erdoğan bas bas bağırıyor ve buna da “öfkenin feragati” açıklamasını getiriyordu.
Ya en lüzumsuz klişelerden biri olan “şık” tanımı?..
Zevksizliğin ve de rüküşlüğün daniskası ama medyada fotoğraf altı “bilmem ne hanım şıklığı...”
Ve... Bir lüzumsuz klişe daha... “Keyfi...”
Bakan kişinin midesini bulandıracak bir görüntüde bilmem hangi siyasetçinin maço tavrıyla ya da altında haşemayla yüzme havuzunda göbeğini kaşıyan adamlar için “havuz keyfi” fotoğraf altı veya televizyon görüntüsündeki dış ses...
Bunlar göz ve ses kirlenmeleri...
Üstelik de kötü etkisi var. Ve tüm bunlar, yanlış yargılar halinde topluma yayılıyor.