TAHA Akyol Hürriyet’te “ünlü Fransız yazar Andre Gide’nin yıllarca Stalin damgalı Sovyetler Birliği komünizmini savunduktan sonra hatasını anladığını” yazdı.
Moskova’ya gitmiş ve “Stalin’in demir yumruk yönetimini” yerinde görmüş.
Paris’e dönüşünde şöyle yazmış:
“Netice şu: Ortada komünizm yok, sadece Stalin var!”
Taha Akyol Andre Gide örneğini neden anlattığını şöyle açıklıyor:
“Niye mi yazdım bunları? Durup dururken değil... Stalinist modelde bir örgütlenme olan KCK’yı akademi zannedenleri görünce Gide’in büyük siyasi tecrübesini hatırladım, hatırlatmak istedim.”
........................
Halil Berktay, TARAF‘ta konuyu ayrıntılarıyla sorguluyor.
Yazısının tümünü yansıtmak isterdim ama yerim sınırlı.
Bazı satırlarını -anlam bütünlüğünü korumaya çalışarak- çıkarılmış haliyle aşağıda sunuyorum.
Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasını protesto eden 700 küsur imzalı bir bildirinin ardından, (ben gördüğümde) 230 kişinin imzası olan bir bildiri daha çıktı. “Siyaset Akademisi’nde Ders Vermek İstiyoruz!” başlığını taşıyor. BDP Siyaset Akademisi’ni tanımlıyor: “Yasal bir siyasi partinin meşru faaliyetleri çerçevesinde oluşturulmuş...” Ersanlı, diyor, burada “ders verdiği için tutuklanmış”tır. Devamla, “Siyasi partilerin eğitim faaliyetleri siyaset kültürünü güçlendirmeye olduğu kadar, akademinin sözünü hayatla buluşturmaya olanak sağladığı için de vazgeçilmezdir” diyor: “Akademisyenler olarak birçok farklı kurum ve kuruluşta ders verdik ve vermeye devam edeceğiz... Üniversite ve siyaset üzerindeki baskıya dur diyebilmek için BDP Siyaset Akademisi’nde ders vermek istiyoruz!”
Ben bu bildirilerin ilkini imzaladım ama ikincisini imzalamadım. Bütün diyeceklerimin hukuki değil siyasi olduğunu; hukukun yasa içi-dışı kategorileri değil, siyasetin doğru-yanlış kategorileri içinde yer aldığını öncelikle belirtmeliyim.
Birincisi, eleştirdiğim bildiri, haksız gözaltı ve tutuklamalara karşı çıkmanın ötesinde, bir kuruma sahip çıkıyor ve kefil oluyor... KCK operasyonlarına muhalefetten, BDP Siyaset Akademisi’nin savunusuna sıçrıyor.
Bu kadar mutlak ve sınırsız bir fikir özgürlüğü var mı olmalı mı? O zaman “nefret söylemleri”nin suç sayılması talebimizi nereye koyacağız? Irkçılığın genel teorisiyle de kalmayıp, “saf bir ırk” uğruna yeni soykırımlar önerenler (çıkarsa) ne yapacağız? Onlar da parti okulu açsın, diyebiliyor muyuz? Siyaset yöntemi olarak şiddet, savaş ve cinayet de savunulabilsin mi? İnsanlar “haklı savaş”a çağrılabilsin, bu uğurda tahrik edilebilsin mi? Tarihte ve bugün, çeşit çeşit “haklı savaş” tarifleri var. İslam’ın cihat tarifi var... Bir kısım (fanatik, dogmatik, ne dersek diyelim) Müslüman da bunu kabul ediyor. Faraza El Kaide (veya legal cephe örgütü) bir siyaset akademisi açıp, Darülharb’deki kâfirleri öldürmeyi Kuran’ın emrettiğine dair dersler koysa, devlet de bunu kapatmaya kalksa, biz içeriğinden tamamen bağımsız olarak, çok soyut bir “siyasi partilerin eğitim faaliyeti özgürlüğü” uğruna, göğsümüzü gere gere “bu parti okulunda da ders veririz” diyebilir miyiz?
Gelelim, üçüncüsü, BDP Siyaset Akademisi’nin somutluğuna.
Orada “ezilen millet”in “haklı savaşı”nın, ya da KCK’nın (hegemonik, despotik karakterine pek çok yorumcunun dikkat çektiği) programının en azından teorik esaslarının, veya son bir yılda attıkları Meclis boykotu, Çukurca ve “yeniden savaş” dahil bütün adımların “haklı”lığının altının çizilmediğini tasavvur etmemiz mümkün mü?
Daha net konuşalım: BDP’nin de üzerinde ve arkasında, PKK ve KCK’nın maddi-manevi varlığının bütün atmosfere sinmiş olmadığına inanabilir miyiz?
Tersten de düşünebiliriz; bunlara aykırı şeylerin de serbestçe konuşulup tartışıldığına ikna olabilir miyiz?
Diyelim ki bu bildiriyi imzalayanlara buyrun gelin dediler... BDP Siyaset Akademisi’nde ne yapacağız; bildiride kullanılan ifadeyle, sırf “uzmanlık alanları”mızla mı sınırlanmayı kabul edeceğiz?
..........Gidip katıldığımız, içinde yer aldığımız şeyin diğer, asla, bizim dışımızdaki boyutlarının siyasal ve düşünsel sorumluluğu bize hiç ama hiç bulaşmayabilir mi?......... Ya bizim siyasi ahlak anlayışımız nicedir?
Alternatifi, gidip ders vermek ve inadına, zülfiyâre dokunan konulara girmek.
Öyle mi, yapabilir misiniz bunu gerçekten? BDP Siyaset Akademisi öğrencilerine, Öcalan etrafındaki “kişiye tapma kültü”nün sakatlığını anlatabilir misiniz örneğin? Ya da örgüt içi demokrasi ve şeffaflığın önemini? “Devrimci halk savaşı”nın çağ dışı kaldığını; Anayasa referandumundaki boykotun da, Meclis’e girmemenin de felaket olduğunu ve savaşın yeniden başlaması stratejisine eşlik ettiğini; KCK’nın Kürt halkının kaderi üzerine tekel ilan etmesinin demokrasiye sığdırılamayacağını...
Parti okulları nedir, ne değildir?
Söyletirler mi size? Dalga mı geçiyor, bir an bile hayal edebiliyor musunuz, böyle bir şeyin gerçekten mümkün olabileceğini? “Burjuva demokrasisi” diye de horlanan legalite, “istismar” edilmek için vardır. Asıl “çelik çekirdek” doğası gereği illegaldir ama kitleselleşebilmek için “legal nefes alma boruları”na muhtaçtır. Onun için etrafına, “maalesef” bir yere kadar ihtiyacı olan saygın “yol arkadaşları” toplayabilmelidir. Ama tabii, bu “yol arkadaşları”ndan çok da çizmeyi aşmamaları beklenir.