İSTANBUL‘dan Richard III. rüzgârı kuvvetli esiyor. Bu sayfada da perde açayım. Lady Anne daha önce babasını, kayın babasını en son kocasını da öldüren “Kral” olmanın eşiğindeki Richard III’ü aşağılar.
“Alçak! Sen ne Tanrı yasası bilirsin, ne insan yasası!
Bir acıma duygusu vardır en yırtıcı hayvanda bile.”
Richard yanıtlar: “Bunun zerresi yok, hayvan değilim demek ki.”
Böyle bir konuşmayı izleyen dakikalarda zekâ ile bilediği keskin dili, Lady Anne’yi baştan çıkartır.
Kral tacını giyerken Lady Anne de tahtta yanına oturttuğu kraliçesidir.
Richard taca nasıl erişti. Zekâsıyla bilediği keskin dili, acımasızlığı, ihanetleri, vefasızlığı, kan dökücülüğü ile kafataslarına basarak tırmandı. Ama bunun da ötesinde halkın “dış görünüşe” bakarak karar verdiğinin bilincindeydi. Yaşam boyu rol kesen ve her renge geçebilen bir “bukalemundu” o.
Krallığa açılan son kapıda yaptığı rol, “dinin siyasette kullanılışının” çağımıza kadar uzanan örneğidir.
Richard’ın sırtında kukuletalı adi ve kaba kumaştan bir keşiş harmanyesi vardır.
Elinde kutsal kitap İncil, dua okumaktadır. Yanında da gene harmanileri içinde iki rahip.
Richard bu görünüşüyle dünya nimetlerinde hiç gözü olmayan, kendini dine vermiş bir bilge, bir ermiş gibidir.
Belediye Başkanı halkın huzurunda ölen kralın yerine taç giymesini önerir Richard’a.
O “hayır” der.
“Kendini Tanrı’ya adadığını” söyler.
Belediye Başkanı ısrar etmekte, o direnmektedir. Halk etkilenmiştir.
“Taçta, tahtta, gümüşte, altında, iktidarda gözü olmayan, halkı için dualar ederek mutlu olan bu derviş/ ermiş Richard’a değil de kime layıktır ki krallık!”
Richard şerefsizi nasıl da güzel ve inandırıcı oynamaktadır. Oysa bütün bunları daha önce Belediye Başkanı ile birlikte planlamışlardı.
Tacını ihanet, cinayet ve aile asaletinden alacaktı, güçlü iktidarı ise halkın inancından...
Aldı da...
Shakespeare’in bu oyunu dönem kıyafetleriyle değil günümüzün giysileriyle oynanmakta.
Neden? Çünkü.. Yüzyıllar öncesinden bu yana değişen bir şey yok.
Richard III’ün çağdaş giysilerle oynanması bu mesajı veriyor. İktidar hırsının kötülüklerden beslendiği küreselliği vurguluyor.
Bu oyunda Kevin Spacey, Richard III’te devleşiyor. 4 saat boyunca salondakileri sahneye kilitliyor. Kevin Spacey Hollywood oyunculuğunun ötesinde sanatın derinliklerine de dalmakta.
Örneğin Londra’daki “The Old Vıc”in sanat yönetmenliğini de yapmakta.
“Klasikleri İngiliz ve Amerikalı oyuncularla dünyada oynamak (The Bridge Project)” projesi onunla gelişti. Dünyayı dolaşıyor.
İstanbul da o duraklardan biri.
İKSV’nin bu yüksek maliyetli girişimini Vodafone destekledi. İkisinin sunumuyla bu lezzete erişebildik. Oyuna dönelim.
Yüzyıllardır değişmeyen yaşam gerçeğiyle noktayı koyalım.
Her “kötü” gibi Richard’ın düşüşü de iktidarın doruğuna çıktığı “taç” giyme günlerinde başlamıştı.
Krallığı süresince yakınlarına ihanet etti, onları öldürttü. Yapayalnız kaldığında, İngiliz halkı için kılıç kuşananlarla savaşmak zorunda kaldı. Yenildi. Bir atı bile yoktu artık.
Kaçabilmek için çaresizce boşluğa bağırıyordu.
“Bir at! Bir at verin! Krallığıma karşı bir at!”
21’inci yüzyıla da dersler var bu çığlıkta.
Richard III’ün dünya sahnelerinde gösterilişi bir siyasi ahlak manifestosu da... Şu söyleme dikkat! Politika “kılıç dövüşü” gibi “ahlak dışı” bir eylemdir.
“Ahlaksızca” değil “ahlak dışı” vurgusunu not ettim. Ve soruyorum.
“Hâlâ mı?” Cevap isterim.
CEYLAN’DAN 7. SANAT AYİNİ
YILLARDIR Türk filmlerini de izlerim. “Masumiyet” hep favorimdi. Sonra...
Nuri Bilge Ceylan’ın “3 Maymun”unu izlemiştim.
Müthişti.
“Dünyanın her ülkesinde yapılabilir ve her ülkeden oyuncular kastı oluşturabilir. Böylesine küresel bir senaryo” gibi şeyler yazdığımı hatırlıyorum.
2008 Cannes Film Festivali’nde Ceylan bu filmiyle “En İyi Yönetmen” ödülünü almıştı. Teşekkür konuşmasını beyinlerimizde ve yüreklerimizde “dövme” gibi taşıyoruz:
“Bu ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum...”
Ceylan’ın Cannes’da Büyük Jüri Ödülü’nü alan son filmi “Bir Zamanlar Anadolu’da”yı da izledim.
“Yedinci sanatı” kutsayan ayindeymiş gibi hissettim kendimi.
Mimar Sinan’da sinema eğitimi öncesi Boğaziçi’nde “elektrik/elektronik” okuyan Nuri Bilge Ceylan “optik” de yaptı mı bilemiyorum ama sözler olmasaydı bile özellikle ilk yarı görüntüler anlatıyordu her şeyi.
Zaten filmin finali de sözsüzdü.
Noktayı görüntüler koydu.
Filmi izlediğim salonda izdiham yoktu ama nerdeyse doluydu.
Sevindim.
“Yalnız ve güzel ülkesinin insanları” Bilge gibi bir değeri kendi topraklarında yalnız hissettirmemeli.
Ayrıca... Bu filmi görmemek eksiklik.