GAZETEDEKİ odamın duvarında asılı olanlar arasından biri de Amerika’nın büyük yardım kuruluşu “AmeriCares”in “teşekkür sertifikası”dır.
Van depremi için yazıya başlarken o sertifikaya baktım.
Zamanın kara tünelinde yolculuğa çıktım.
Anlatayım...
Marmara depremi sonrası bölgeye gitmiştim.
İlk gözlemimiz stadyum olmuştu.
Tribünlerde dağlar gibi ekmek yığınları dikkat çekiciydi.
Görevliler yakınıyorlardı:
30-40 yıl öncesinin alışkanlıkları hiç değişmemiş. Herkes kamyonlar dolusu ekmek gönderiyor. Oysa ekmeğimiz var. O yüzden stadın bir kenarına binlerce ekmek yığıldı.
Yağmur yağınca ıslanacak, bozulacak, küflenecek mikrop saçacaklar.
İhtiyacımız ekmek değil, yardım olarak gönderilen ilaçları bozulmadan koruyacak buzdolapları, profesyonel soğutucular. Bakın ekmek dağlarının yanında ilaç yığınları da yükseliyor.
Güneş altında bozulacaklar.
Daha teknolojik yardım gelmeli.
Örneğin, solunum ve böbrek diyaliz cihazları. Çadır hastaneler. Doktor ve hemşireler. Psikologlar, psikiyatrlar...
BEDEN GÜCÜYLE KURTARMA
FELAKETİN yaşandığı mahallelerde kurtarma çalışmalarını da izledik.
Başta enkaz altındakilerin yakınları herkes adeta tırnaklarıyla kazarak hayat kurtarmaya adamıştı kendini.
Saatler ilerleyip gece bastırınca, hava serinleyince de bu “kutsal imece” sürdü.
Elektrikler kesilmiş olduğu için araçların farları ve el lambalarıyla çalışıyorlardı.
“Hissettikleri büyük eksiğin jeneratör olduğu” söylemini geçtiğimiz her sokakta dinlemiştim.
Kazma, kürek, kol gücü ile koca beton blokları kaldırmak çoğu kez mümkün olmuyordu.
Elektrikli deliciler ve kırıcılar ise jeneratör olmadığı için kullanım dışıydı.
İçeride yakınlarının olduğunu biliyorlar bazen onların üzerlerine yıkılmış taşlara, tuğlalara vurarak çıkardıkları sesleri, çağrılarını, iniltilerini duyabiliyorlardı ama onlara ulaşamıyorlardı.
Yeis ve öfke dalgaları arasında sarılıyorlardı.
Enkaz altındakileri kurtardıklarında her şey yoluna girecek miydi?
O da kuşkuluydu.
Güneşte bırakılmış ilaç kutuları ve birkaç gün sonra mikrop saçacak ekmek dağları mı çare olacaktı?
İşte o acı yüklü saatlerde kendi çapımda “ne katkıda bulunabilirim” diye beynime yükleniyordum.
Amerika’da yaşayan ama yüreği Türkiye için atan değerli dost Dr. Sait Tarhan’ı aradım.
Deprem bölgesinin ihtiyacı olan röntgen, diyaliz, tam teşekküllü çadır hastane ve ileri teknoloji donanımlı tıp cihazlarını göndermenin yolu var mı diye sordum.
Doğru adrese başvurmuşum.
Amerika’nın en büyük sağlık yardım kuruluşlarından “AmeriCares” ile birlikte yerkürenin çeşitli yerlerine gitmiş.
Başında eski ABD Başkanı Bush’un (baba) eşi Barbra Bush’un bulunduğu “AmeriCares”i hemen harekete geçirdi.
Çok kısa sürede, aradan bir hafta bile geçmeden hayalimin çok ötesinde yardım geldi okyanus ötesinden.
Ancak...
Gümrükte sıkıntı çıktı.
Sağlık malzemelerinin ve cihazlarının “AB” standartlarında olduğunun belgesi gerekiyormuş.
ABD’den gelen yardımlar daha ileri standarttaydı ama mevzuat hazretlerine “takılmıştı.”
Araya Sağlık Bakanı girince bay mevzuat yerlere eğilerek “buyursunlar geçsinler” diye gümrük depolarının kapılarını açtı.
Bu kez de bir başka sorun çıktı.
“AmeriCares”in gönderdiği ileri teknoloji donanımlı tıp cihazları değerli ve pahalıydı.
Kapanın elinde kalabilirdi.
Deprem yöresinde hayat kurtarmak için kullanılacak yerde el altından satılabilirdi.
Bu cihazların akıbetini izlemek mümkün değildi.
Doğru ve etkili bir teslim adresi bulunmalıydı.
O kaos ortamında akla gelen en güvenilir kurum Gölcük Komutanlığı oldu.
Depremden hemen sonra bölgedeki kurtarma çalışmalarını izlerken Gölcük Komutanlığı’na da geçmiştim.
Deprem orada da can almıştı.
Enkazdan çıkarılan bir genci hiç unutamam.
O ANIYA PARANTEZ
BİR parantez açayım...
Enkaz altından çıkarılan genç deniz üssündeki arkadaşını ziyarete gelmiş “geç saatlere kalınca bu gece konukevinde kal yarın sabah gidersin“ demişler.
Ve...
Bu onun gencecik yaşamının son gecesi olmuş.
Enkaz altından çıkarılan cansız bedeni şişmişti.
Mosmordu...
Fazla bakamadım.
Aradan yıllar geçti. Kederli babası ile yollarımız kesişti.
Önce kendini tanıttı, sonra “o gün oğlu için yazdığım yazıyı okuduğunu” söyledi.
Nasıl da acılıydı...
Parantezi kapatıyorum.
Deniz üssündeyken, donanma komutanıyla da tanışmıştım.
Deprem tekrarlar kaygısıyla üssün bahçesinde masalar kurulmuş, bilgisayarlar etrafında kriz masası oluşturulmuştu. Her şey düzenliydi, kontrol altındaydı.
Sivil halka yardım ve koordinasyon da komutanlığın misyonuydu.
Güven verici bu görüntüyü hatırlayarak “AmeriCares”in değerli ve pahalı cihazlarının Gölcük’teki Donanma Komutanlığı’na verilmesini önerdim.
O karmaşa coğrafyasında doğru adres olarak görünmüştü.
“AmeriCares” de öneriyi kabul etti.
Gölcük Komutanlığı’nda gerçek ihtiyaçlara tahsisi sağlandı.
Ve...
AP ajansı bu mütevazı katkımı haberinde geçti.
...................
Aradan 12 yıl geçti...
Acaba çok şey değişti mi?
Van depreminde kaybettiğimiz insanlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve ulusumuza başsağlığı diliyorum.
“Böyle bir depremden başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimizi Allah korusun” diyorum.