Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

IRAK‘ta Saddam... Mısır’da Mübarek... Libya’da Kaddafi...
Bu üç megaloman, psikopat, şizofren, sadist de yok artık.
Peki...
Reenkarne “Hitler” dizisinin sonu mu?
Bu sorunun cevabı başka bir soruda...
“Bu mitoz bölünmeyle çoğalarak yerküreye Hitler zombileri tepeden mi iniyor, yoksa onları halklar mı yaratıyor?”
Ne yazık ki “her ulusun kendine layık olanları başa getirdiği”, siyasetin ve tarihin gerçeğidir.
İleri demokrasilerde böyle “siyaset vampirleri” yönetimlerde değil.
Avrupa tarihinde Hitler ve Mussolini kara sayfaları bir daha açılmamak üzere kapandı.
Avrupa halkları onları ve hatta onların uzantıları olan Franko, Salazar dönemlerini “siyaset vebası” gibi hatırlıyor.
Ve sanılmasın ki unutturuluyor.
Sinema filmleri, tiyatro oyunları, TV belgeselleri, fotoğraf sergileri, müzelerle o yılların acılarını canlı tutuyorlar.
Daha sonraki nesillerin, bir zamanlar dedelerin, büyükannelerin yanlışlarına düşmeleri önleniyor.
Hitlerlerin, Mussolinilerin, Frankoların, Salazarların onlar tarafından da yaratılıp, kutsanması Avrupa’da artık mümkün değil.

Haberin Devamı

ALTIN SUYUNDA TAKDİS
AMA...
İslam dünyası için aynı “iyimser” teşhis konulamaz.
Tarihi, sosyolojik, teolojik bir dizi nedenin yanı sıra sanıyorum İslam toplumlarındaki “biat” kültürü başlıca etken.
Mutlak “itaate” şartlanmış zihinler “sahte siyaset azizleri” yaratıyorlar.
“Mutlak doğruyu bilen, mutlak doğruyu emreden, mutlak güce sahip” olan “çakma siyaset azizleri” onlar!
Kudrete de, paraya da doymazlar.
Eşleri tüylerine pırlantalar dizilmiş tavus kuşları gibi dolanır.
Servetleri off shore bankalarındaki gizli hesaplardadır. Oğulları, kızları altın suyuyla takdis edilmiştir.
Hepsi kıyıcıdır.
Şatafatlarının fon rengi altın yaldız çerçeve içinde de olsa “kandır.”
Ve sonları sefildir.
Hitler yeraltındaki sığınakta intihar etti.
Mussolini Como Gölü kenarındaki bir yamaçta ele geçti. Sevgilisinin göl evine sığınmıştı. Yakalandı, öldürüldü, bacağından asılarak teşhir edildi.
Onların reenkarnasyon zombileri olan Saddam, saç sakal birbirine karışmış halde toprağa açılmış bir çukurda bulundu.
Son olarak da işte Kaddafi...
Kanalizasyon kanalında lağım fareleriyle yaşıyordu yakalandığında... Siyaset günahkârı olarak “recm” edildi.
Onlar elleri kanlı, hesapları kabarık birer “mücrim”di.
“Baktıkça titriyorlardı, istikballerine!..”
Saddam, Mübarek, Kaddafi ve Arap Baharı fırtınasının diğer devirdikleri “ibret misalleri” olacaklar mı, göreceğiz.

Haberin Devamı

TEPKİ MİTOSUNDA KANTAR
BİRKAÇ gün önce Shakespeare’in Richard III oyunundan “tepkisiz” halk için “nefes alan taşlar” söylemini yazmıştım.
Başbakan Erdoğan da halkı PKK terörüne karşı tepki göstermeye çağırıyor.
Doğru bir çağrı bu.
İspanya’da ETA cinayetlerine karşı tepki seli olarak 1 milyon akmıştı caddelerde.
“Halkın müthiş bir tavır koyuşuydu.”
PKK’nın son saldırıları sonrasında da Türkiye’nin her yerinde protesto gösterileri var.
“Caydırıcılık” için toplum psikolojisi ağırlıklıdır, etkili olabilir.
Ancak...
Gene de “tepki mitosunda” duyarlı olmak gerekir.
Bu gösteriler Kürt kökenli yurttaşlarımıza rahatsızlık vermemeli. Onları rencide etmemeli.
Bu çok önemlidir:
Kalabalıklar kolay toplanır ama meşru çizgide tutulmaları zaman zaman çok zor olabilir.
Hatta bir kıvılcımla patlamalar bile yaşanır.
6-7 Eylül olayları bunun çok acı örneğidir.
Allah 2011 Türkiye’sini böyle kara tarih sayfalarının bir kez daha açılmasından korusun.
Provokasyon için bu gibi günleri bekleyen karanlık odaklar kıvılcımların uçuşmasını gözlüyor.
Onlar da karşı sokak gösterilerine tezgâh kuracak fırsat fesatçıları.
Sonrasını yazmak istemem, düşünmek de istemiyorum.
Evet...
Sinir uçlarına dokunulmuş halk yığınları baskı altında tutulamaz. Duygularını ifade etmesi bastırılamaz.
Ama...
Baskı ne kadar yanlışsa, tahrik de o derece tehlikelidir.
“Tepki mitosu” netamelidir.

Haberin Devamı

SON SANİYELER
KİEV‘de Beşiktaş-Dinamo Kiev maçını Pascal Nouma ile aynı tribün sıralarında izledim.
Futbolla yakın ilgisi olan okuyucu zaten TV’den 93 dakikayı her anı ile izledi.
Anlatmama gerek yok.
Ancak o son saniye golü ciğerimizi yaktı.
Pascal üzgündü.
Hem de çok...
Uluslararası deneyimi olan Pascal’a “Beşiktaş oyuncuları ne yapılmalıydı” diye sordum.
İşte söyledikleri:
Oyunu yavaşlatmak ve dan dun karşı takımın sahasına uzun ve yüksek vuruşlar yapmaları gerekirdi. Topu kendi 18’imizin uzağında tutmaya çalışmalıydılar.
Kendi sahamızda topu ayakta tutarak, oyun kurmak, paslaşmak lüzumsuzdu. Tehlikeye çanak tutmaktı.
Son saniyelerde korner vuruşu yapılırken her Beşiktaşlı bir Dinamo Kievliye sarılırcasına yapışık markaja geçmeliydi.
Kafa topundan gol bu yapışık markaja rağmen gene de bazen kaçınılamaz ama adam, ayağına top oturacak kadar serbest kaldı ve şutu patlattı. Gol... İşte bu olmaz. Demek sarılırcasına sımsıkı, beden bedene markaj yapılmamış.
Yoksa vurdurtulmazdı topa...‘