Erich Maria Remarque’ın “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” adlı kitabı filme de alınmıştı.
CHP uzun süre bu kitabı anımsatan bir görüntüdeydi.
Değişmeyen şey sürekli kavgaydı.
Bu kez öyle değil.
KÜRTÇE TÜRKÜ KURŞUNLARI
Mersin’in ünlü bir “türkü barında” sahne alan Sarp Öztürk “Kürtçe türkü söyle” isteğine “bilmiyorum” cevabı üzerine öldürülüyor, gitarist Göktay Okçu ve garson Ramazan Koç da kurşun yağmurunda yaralanıyor...
Başı dumanlı bir galericinin alkolden beslenen hezeyanıdır bu...
Ancak...
Bilinçaltı nasıl etkilenmiştir de bu noktaya gelmiştir, işte bu soru önemli.
Başkaları da aynı etkinin altında.
Bu tür olayların tekrarlanması tehlikesi görmezden gelinmesin.
Bir de tersini düşünün.
Diyarbakır’da bir türkü barda, kafası dumanlı birinin sahneye “Türkçe türkü söyle” diye dayatmacı bir tavrı olursa ve de gece “türkücünün bu isteği yerine getirmedi” diye kurşunlanarak öldürülürse ne olur?
Ya bu ve benzeri “tehlikeli tahrikler” ülkeyi sararsa?
Mersin’deki “tek” olaya böyle “büyük fotoğraftaki görüntüsüyle de” bakılmalı.
İpin ucu kaçtığında bazen iktidarlar da çaresiz kalabilir.
Her şeyden önce herkesin sorumluluk bilincinde olması Kürt sorununu kendi kafasına göre kurcalamaktan ya da fanteziler yapmaktan kaçınması gerekir.
Olmak ya da olmamak
Örneğin...
Bir yanda TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner Diyarbakır’da Kürtçe kelimelerle mesaj veriyor...
Öte yanda TBMM kürsüsünden, BDP Milletvekili Sevahir Bayındır, Shakespeare’in “olmak ya da olmamak” söylemini “Kürtçe (Nebun anj çenebun)” olarak tekrarlıyor.
Bir yanda TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin “bunun bir parti kapatma davasına neden olabileceğini” iddia ediyor.
Öte yanda Güneydoğu’da “iki dilli dönemin fiili olarak başladığı” açıklanıyor. Siyasette başa oynayanlar da Güneydoğu’da topluluklara konuşmalarına “Kürtçe selamla” başlıyorlar.
Kafalar karıştı..
Türkiye’ye gelen sanatçıların sempati olsun diye sahneye çıktıklarında kırık dökük telaffuzla “merhaba” demeleri gibi siyaset ve iş hayatı büyükleri de Diyarbakır’a gittiklerinde “Kürtçe birkaç kelime etmek fantezisini” alışkanlık haline getirdiler. Bu durumda damardan Kürtlerin daha fazlasını yapmaları sürpriz mi?
Kürt sorunu ciddidir.
Masum fanteziler ve şirinlik gösterileriyle çözümlenemez.
Dahası...
Psikolojik çizgileri sulandırabilir.
Beklenti çıtalarını yükselten “zemberek boşalmasına” neden olabilecek dokudaki ilmiklerden biridir.
ASKERİN UYARISI
Genelkurmay Başkanlığı uzunca bir süredir siyaset alanındaki sessizliğini dün bozdu.
“İki dil sürecinin fiilen başladığı” açıklaması üzerine tavır koydu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dilinin Türkçe olduğunu, bu temel kuralın bozulması halinde TSK’nın “taraf olduğunu” vurguladı.
Bir açıdan bakıldığında, Anayasa TSK bildirisini doğruluyor.
TSK yasasında “taraf olmak” askerin görevleri arasında yer almakta.
Yani...
Tavır koyuşu pozitif hukukta dayanaksız değil.
Buna karşılık askerin sadece fiili olarak değil, zihniyet olarak da kışlasında kalması, siyaset yapmaması da pozitif hukukun gereği.
Bu durumda “asker yasal dayanağına göre tavır koydu” yorumları ile “asker gene vesayet statüsüne dönüş yaptı” yorumları çarpışacaktır.
Bu “asker tavrının hukukiliği” tartışmasının Türkiye’yi, daha da gereceği açıktır.
“Yol haritası” çizilmemiş, “kervan yolda düzülür” mantığıyla başlatılan “Kürt açılımı” bakınız nerelere sürüklenmekte.
Türkü barında Kürtçe türkü yüzünden cinayete, TBMM kürsüsünden Shakespeare’in “Kürtçe versiyonuna”, Güneydoğu’da fiilen iki dil sürecinin başlatılmasına uzanan tahrip gücü yüksek patlamalar olmakta.
Seçimlere böyle bir fırtınalı mevsimde gitmek daha da kaygı verici.