Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

KONUŞANIN “kalibresini” belirleyen güzel bir söz vardır:
“Sesinizi yükselterek haklı olduğunuza inandıramazsınız...”
Türkiye ise “bağıranların” ülkesine dönüştü.
Siyasetçileri geçtim.
Ya “bizim mahalle?”
TV ekranlarında sağlığı tehdit eden desibelde yükselen sesler çarpışıyor.
Hakaret, gammazlama hatta “o lideri savunuyorsun çünkü inancın (mezhebin demek istiyor) ona yakın” gibi evrensel hukukun suç saydığı saldırılar uçuşmakta.
Gazete köşelerinin bir bölümü zaten bunlara yol gösteren kılavuzlar oldu yıllardır.
Ve bize gelen okuyucu elektronik postaları...
Bunlardan bazıları öylesine küfürler, öylesine tehditlerle dolu ki...
Gönderenler adına aranıyorum. Umutlarım aşınıyor.
Ama “şöylesi de var” diyebileceğim satırlar da oluyor.
Bakın Türkiye’nin en büyük sancısı olan “Kürt sorunu” ve üzerinde fırtınalar kopan en duyarlı konusu “özerk yönetim” için aldığım elektronik postaya...
Küfür, hakaret, saldırı, suçlama olmadan “uygar tartışmanın” nasıl da güzel bir örneği.
İşte o satırlar:
Sayın Cıvaoğlu.
Özerk yönetimin neden bu kadar tartışma yarattığını hele hele siz de dahil gerçek demokratların bile tereddütle karşıladıklarını anlayabilmiş değilim.
Bunu derken özerk yönetimin Kürt kökenli vatandaşlara verilecek bir hak olarak görmediğimi söylemeliyim.
Özerk yönetim. Bütün Türkiye’nin gerçeği olmak zorundadır eğer demokrasiye inanıyorsak.
Bakın olmalıdır filan demiyorum olmak zorundadır diyorum.
Her şeyden önce Tanzimat’tan beri benimsenmiş ve yaşam şeklimiz olarak cumhuriyete de damgasını vurmuş olan 19’uncu asır başı Fransız Napoleon yasalarından birebir ve hiç tartışılmadan tercüme edilerek kabul edilmiş merkezi hükümetin atanmışlar yönetiminin prensip olarak demokrasi dışı olduğunda mutabakata varmak zorundayız.
Parlamentosu sadece seçilmişlerden olan bir ülke yönetimini yadırgamayıp merkezi hükümetin kolu olan ve kulağı olan vali, kaymakam ve belge müdürlüklerinin artık çağdışı olduklarını neden ve nasıl olup da yadırgadığımız anlaşılır gibi değil.
İşimize geldiği her durumda atanmışların seçilmişlerin önüne asla geçmemesi gerektiğini savunacak ama peki öyleyse ülke yerel yönetiminin de sorumluğunu özerk seçilmiş başkanlara devredilmesi fikrini yerden yere vuracağız.
Böyle bir tutarsızlık 21’inci asırda atılım içindeki Türkiye’ye yakışmıyor.
Bu değişimi büyük bir devrim olarak kabul edip, Türkiye’yi belirli coğrafi bölgelere ayırarak eyalet adıyla özerk kılmak, bu özerkliği sadece Kürt vatandaşlara silah zoruyla vermek zorunda kaldığımız bir ödün olmaktan çıkaracaktır.
Türk toplumu eğer milli hükümeti seçecek olgunlukta ise ki öyledir, o zaman yerel hükümetleri de seçecek olgunluğa çoktan erişmiştir.
Her şey bu durumun Türk toplumuna akıllı bir yaklaşımla ve içtenlikle anlatılarak çözümüne bağlıdır.
Bu arada nalıncı keseri gibi bazı kişi ve partilere yontarak dejenere edilmiş bir özerklik değil dünyada federatif yönetimleri bir demokrasi sanatı haline getirmiş ülke örneklerine bakarak şekillendirmek gerekir.
Saygılarımla...
Aygen Toruner
..........................
Aygen Toruner’e teşekkürler.
Önce “demokrasi sanatı” söyleminizi sevdiğimi belirtmeliyim. Kaba, hoyrat ellerde “yontma taş demokrasisi” değil “Türkiye modern” diye anabileceğimiz demokrasi sanatları galerisi...
Ayrıca...
“Seçilmişler, atanmışlar” tavrında çifte standart görüşünüzün de zihnimde altını çizdim.
Yazınız ve mantık dokunuz etkileyici.
Ancak gene de bence eksik...
Bir örnek...
KCK’nın manifestosunda “Özerk yönetimin kendi savunma gücünü kuracağı” var.
Bu savunma gücünün “çözüm sonrası dağdan dönecek silahlı PKK’lılardan oluşması” gibi formüller bilmem size de ulaştı mı?
Fransa’da, Almanya’da hatta eyaletleri “ikincil devlet” statüsünde olan ABD örneklerinde böyle bir farklı savunma gücü olan özerklik var mı?
Yazınızın başında “özerkliği tartışan -siz dahil- gerçek demokratları anlayabilmiş değilim” kelimeleriyle soru işareti çiziyorsunuz.
Biz insan haklarına dayalı evrensel demokrasi platformunda Türkiye’nin bütünlüğünü “özünde” de koruyan bütün çözüm görüşlerine açığız.
“Empati antenlerimiz” de açık.
Tek taraflı bakmıyoruz.
Anayasa ve tüm idari yapılanma hedeflerinin öncelikle “insan mutluluğu” için olduğunu düşünüyoruz.
Özerk yönetimler de bir reform kapsamında elbette konuşulur.
Osmanlı’da 1600’den başlayarak 300 yıl boyunca Kürt beylikleri özerkti.
Ama devlete bağlıydı.
Vergi ve asker verirdi.
Yani tarihten gelen kültürel gen kalıtımlarımız Türkiye insanını kategorik tavırlara itmez, zorlamaz, sıkıştırmaz.
Ama...
Dayatmayla, masum sivilleri, emekçileri, kadınları, çocukları, ana karnındaki bebekleri öldürerek kanla çözümlere ulaşmak da mümkün değil.