Nâzım Hikmet’ten bir anıyla “dinleme/izleme” anekdotu yazmıştım.
Nâzım’ın nehir kıyısında laflarken genç sanatçı dostuna zorlukla seçilen iki adamı göstererek “beni izliyorlar, biri bana kimse zarar vermesin, diğeri ise ben kimseye zarar vermeyeyim diye” söylemini yansıtmıştım satırlarımda.
Bunun üzerine hukukçu bir dostum Afrika’nın devletlerinden birindeki -yanılmıyorsam Cumbaba Cumhuriyeti demişti- “izleme/dinleme” olayını anlattı.
Olay henüz yeni sayılır.
‘ Yetkili hâkimin önüne imzalaması için bir kâğıt konur.
Üzerinde bir dizi telefon numarası vardır.
Hâkimin imzalaması sonucu yargı kararıyla o numaralar dinlemeye alınacaktır.
Hâkim numaraları tek tek incelemeye gerek görmez. İmzayı atar.
Oysa...
Listede kendi telefon numarası da vardır.’
........................
Bir kez daha vurgulama yapayım.
Olayın Türkiye ile uzak yakın ilgisi yok.
Türkiye’de ileri demokrasi sayesinde bu tür trajikomik sahnelere perde açılmaz.
Cumbaba ya da her neyse o muz cumhuriyetinde “dinleme/izleme” işleri böyle oluyormuş anlaşılan...
Dilerim ki, “ileri demokrasiye” geçer ve böylece bu işler düzelir.
..............................
Denizcilikte kaptanların en çok “tiye alındığı” sahne, kaptanın kendi manevrasıyla yarattığı dalgaların içine düşmesi ve sallanmasıdır.
“SİDİKLİ KANIT”LA BARIŞ GÜNÜ
Dün “Dünya Barış Günü”ydü.
Neyse ki, PKK da bayram nedeniyle 3 günlük barış sürecinde olduğu için içimizi acıtan cenaze haberleri gelmedi.
Ama...
Adamın biri sevgilisini 4 gün aç bıraktıktan sonra öldürmüş.
Bir turist çift bindikleri teknede saldırıya uğramış. Erkeği Allah yarattı demeden dövüp, tekneden denize atmışlar, kadına ise cinsel tacizde bulunmuşlar.
..............................
Bu ikisini haber merkezine akan bir sürü polisiye haber arasından seçtim.
Dağlarda akan kana haklı olarak tepki gösteriyoruz ama siyasi, sosyal, ekonomik, antropolojik nedenlerin yanı sıra, kültür dokumuzu zehirlemiş olan “kıyıcılığı ve şiddeti” -adeta- kutsamayı yeterince dikkate almıyoruz.
Kitle eğitimi gibi bir kaygı yok.
Çıtayı “uygarca diyalog” düzeyine yükseltebilsek, her alanda sorunların çözümü kolaylaşacak.
.............................
Çok zoru, çok kolay ifade ettiğimin farkındayım.
Fakat...
Naif değilim.
Bayramın hemen sonrasından itibaren Türkiye üstüne namlu gölgelerinin düşeceğini görmek için kahin olmaya gerek yok.
Satırlarım, kumsala vurmuş binlerce denizyıldızından bir tanesini denize atarken “hiç değilse bir tanesinin yaşamasını sağladım” diyen bilgeden esinlenmiştir.
Keşke 70 milyon olarak hepimiz aynı şeyi yapabilsek.
Biliyorum, hücrelere işlemiş yüzlerce, binlerce yıl boyunca DNA’ları bile etkilemiş olan ve bizleri şekillendiren tavırları değiştirmek çok zor.
“İçine etmek” genleri
Bu zorluğu tarihe “sidikli” tanıklığımda uzun uzun düşünmüştüm.
Efes Harabeleri’nin yeni ortaya çıkarıldığı kütüphane yapıtının önünde bir davetteydim.
Bembeyaz mermer kütüphane yapıtı heyecan vericiydi.
Önünde şapka çıkarabilir, sanki yenisi de kazandırılırmış gibi “bis” yapabilir, önünde saygı duruşuna geçebilirdim.
İçimden yükselen duygularla bir başından diğerine yürüdüm.
Sağ köşesinde bembeyaz taşın koyulaştığını ve kirli bir renge dönüştüğünü fark ettim.
Görevli arkeolog rehberimize bunun nedenini sordum.
Acı acı gülümseyerek açıkladı:
‘Eski Yunan’da çişi gelenlerden oraya işeyenler olurmuş. Koyu rengin nedeni o.
Aradan binlerce yıl geçti, kazılarla kütüphaneyi ortaya çıkardık. Yerküreye yeniden kazandırdık.
Şimdi de gene bazı ziyaretçilerimiz sıkışınca gizlice oraya işiyorlar.
Zihniyet değişmiyor.‘
...............................
Tarihe bu “sidikli tanıklığımın” üzerinden birkaç yıl geçti.
O köşenin tıraşlanarak temizlenip temizlenmediğini bilmiyorum.
Ama...
Barışın da “içine etmek” geleneğinin binlerce yıldır bu topraklarda var olduğunun da kanıtıdır.