Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Türkiye 2003'ün talihsizliği, kanaat liderlerinin olmayışıdır. Toplum, ardından güvenerek gideceği berrak zihin, vizyon, tahlil, doğru hedef ve kararlılık sahibi liderden yoksun... Kendini boşlukta hissediyor.
Sınırların ötesinden Türkiye'ye bakanlarda da güven sıkıntısı var. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Washington gezisi bağlamında Türk gazeteciler nabız tuttular ve bu izlenimi aldılar.
Örneğin Mehmet Ali Birand dün Washington'da yaptığı görüşmeler sonrası gözlemlerini şöyle anlattı:
"Amerikalılar, Irak'a asker gönderme önerisi sizden geldi. Biz de öneriye sıcak baktık. Ancak gene şartlar koşacaksanız, gene uzun pazarlıklar yapacaksanız, gene tezkereyi Meclis'ten geçiremeyecekseniz, şimdiden konuyu kapatalım. Hiç konuşmayalım. Yoksa bu kez sizinle ilişkilerimiz artık onarılmayacak yara alır. Yahut 'şimdilik bekleyelim. 3 - 5 ay geçsin, asker göndermeyi o zaman oluşacak koşullara bakarak konuşuruz' deyin.
Ama...
Ne olur uzun pazarlıklar yapmayın.
Yerine getiremeyeceğiniz sözler vermeyin."

Öfke, bir kare fotoğraftır.
Tezkerenin geçmemesi nedeniyle ABD'de duyulan öfke böyle görülmeli.
Duygular şiddetini yitirdikten sonra öfke hafifler... Koşullar değiştikçe yok olur.
Fakat "öngörülemez olmak" ve "güvensizlik" film şeridi gibidir.
Süreklidir.
İşte Türkiye'de siyasi yönetimin karşı karşıya bulunduğu risk budur.
Kredi limiti dolmak üzeredir.
Bir devletin ya da devleti yönetenlerin net kırmızı ve yeşil çizgileri olduğunun ve bunların arkasında kararlılıkla durulduğunun bilinmesi önemlidir
Açalım...
Önce, kırmızı simgesinde "öngörülebilir olmak" kavramı.
Türkiye "Kırmızı çizgi ilan ettiği konularda, gerçekçi düşünmüştür, kendi gücünü, elindeki kartları iyi hesaplamıştır. Kırmızı çizgileri korumakta yeterli olduğunu saptamıştır. Geri adım atmaz" denilmeli.
"Güvenilir olmaya" gelince... "Yeşil çizgileri de gerçekçidir. İyi düşünerek sözler verir. Siyasi iktidar, verdiği sözü yerine getirir. Sözünün arkasında durur. 'Ne yapalım rüzgar esti, yağmur yağdı böyle oldu' demez" kanısı da olmalı.
ABD'nin şu Irak savaşının başından itibaren Türkiye, kırmızı çizgilerinin arkasında tam durabildi mi?
Hani Musul ve Kerkük için ilan ettiği kırmızı çizgiler?
Her şey bir yana vali konağına bakınız.
Vali Kürt değil mi?
Ya yeşil çizgiler?
Tezkere olayı, Ankara'nın sözlerini yerine getirdiğini mi ortaya koymuştur?
Şimdi...
O nedenlerle asker gönderme konusu gündeme geldiğinde "aman haaa... lütfen iyi düşünün" denilmektedir. Olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmak zamanıdır.
Ama daha şimdiden ülkeyi yönetenlerin tepe noktalarından farklı sesler gelmeye başladı bile...

Peki ne olmalı?
ABD "bu kez koşul yok, pazarlık yok" dedi diye Türkiye "her hıyarım var" diyenin arkasından "tuzu da benden" diye koşacak mıdır?
Elbette hayır.
İyi saptanmış akılcı ve gerçekçi koşullarını, bunların çok haklı gerekçelerini, ABD'nin önüne koyar.
"Bütün bunları bir hafta içinde konuşup sonuçlandıralım. Sündürmeyelim" önerisinde bulunur. "Anlaşırsak, tezkereyi geçiririz, askerlerimizi de yollarız" der.
Bunun için de ciddi güvence verir.
Yoksa, dosya en azından birkaç ay için kapatılır. ABD ile ilişkiler kısa süre daha kötüye gitmez ama mayınlı takvim yaprakları uzakta değil.
Irak'ın siyasi yapılanmasında dışlanma sürer. Kuzey Irak'ta Kürt federe devleti ile kırmızı çizgi teyel dikişe dönüşür. PKK silah teslim ettikten, 100 PKK yöneticisi İskandinav ülkelerine gönderildikten sonra, Türkiye'nin önüne KADEK'e yeşil ışık ve hayata dönüş dosyaları konur.
1 milyar dolarlık simgesel ABD kredisi buzdolabına konulur ve ekonomide ciddi kuşkular belirir. Ekonomi coğrafyasında da yerel seçim nedeniyle zaten rengi atmaya başlayan kırmızı ve yeşil çizgiler giderek iyice solabilir.
Çuvalı zaten geçirdiler diye, başımıza çorabı kendimiz örmeyelim.