Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ARDA Turan’ın “Türk ve Kürt gençlerinin artık ölmemeleri, yaşam sevincini paylaşmaları” mesajını veren sözleri eşreflere göre yorumlandı.
Kırpanlar oldu, sündürenler, eğip bükenler oldu.
“Halklar” gibi sözcüklere bakarak onun “bölücü jargon” kullandığını düşünmek haksızlıktır.
Arda’nın yelkenleri o rüzgârlara kapalıdır.
Arda’nın tüm yürek temizliğiyle yaptığı konuşma açıklamasından sonra sanırım nihayet doğru anlaşılmıştır.
Bu arada Milli Takım maçlarının hapishane koğuşlarında nasıl izlendiğine dair bir anı:
Türkiye’nin ilk 10’a giren büyük işadamlarından biri sürmekte olan bir “hayali ihracat” davasında “tanık” olarak ifade vermek üzere Diyarbakır’a uçmuştu.
“Tanık” olarak girdiği davada “sanık” yapılıvermiş, tutuklanmıştı.
İşadamları çevresinde “saflık” diye anılan dürüstlüğü ile tanınır.
Neyse...
Bu adalet yolculuğundaki kazadan 10 gün içinde kurtulmuştu.
Serbest bırakıldığında anılarını dinledik.
Hapishanede gönderildiği koğuşa televizyon almış, boya badana yaptırmış, kendince başka katkılarda da bulunmuş.
Koğuşta Türkiye’nin bir milli maçı izleniyormuş.
Türkiye rakip kaleye aktığında dostumuz ayağa fırlıyor “hadi aslanlarım” diye bağırıyormuş.
Türkiye gol attığında sevinçle havaya fırlıyormuş.
“Çak” yapmak için koğuştakilere yöneldiğinde bakmış ki elini uzatan az.
Bu kez bir yandan maçı seyrederken diğer yandan koğuştaki diğer tutukluları da göz ucuyla izliyormuş.
Bakmış ki, ne zaman rakip takım bizim kaleye hücuma kalkıyor, koğuştakilerin bazıları destekliyor.
Rakip, Türkiye kalesine gol atınca onlar seviniyor, alkışlıyor.
Biraz daha gözlem yaptıktan sonra koğuştakilerin yanlış yere rakibi alkışladığından emin olmuş.
Onlara...
“Arkadaşlar, bunda bir yanlışlık var. Türkiye’nin kalesiyle, rakip kaleyi karıştırdınız galiba. Rakibe destek veriyorsunuz” demiş.
Dedim ya arkadaşımız naif denecek kadar etrafına şüphe duymayan yapıda.
Oysa...
Koğuştakilerin çoğu PKK’lı...
Birkaçı sessiz kalsa da rakibi tutanlar fazla.
Nihayet durum anlaşılıyor.
...........................
Görülüyor ki, futbolu bile siyaset kalıplarına sıkıştırmak, Türkiye’nin gerçeği.
Çoğu batı illerinden futbolcularına rağmen Diyarbakırspor’a tribünlerden çirkin tezahürat yapılan illerimizi hatırlayınız.
Kaldı ki hem “kardeş” deyip hem de Diyarbakırspor’a etnik tavır koymak en azından ayıp.
UEFA’nın koyduğu temel kurallardan biri de “ırkçılığa sıfır tolerans”tır.
Kimse bu toprakların değerli evladı Arda Turan’ı ilkel, ırkçılık siyasetleri için kullanmaya kalkmasın.
............................
PKK’nın kanlı saldırıları ne yazık ki sürüyor. Şehitlerimize rahmet ailelerine, camialarına, ulusumuza başsağlığı, yaralılara şifa diliyorum.



TURGUT ÖZAL NE YAPARDI?



8’İNCİ Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Huston’da kalp ameliyatı olmuş, nekahat dönemi sürerken Türkiye’ye dönmek kararı almıştı.
“Çok uzun uçarak sağlığını zorlamaması ve Londra’ya inerek 1-2 gece kalması gerektiğini” söyleyen doktorlarını dinlemek zorunda kalmıştı.
Oysa bir an önce Başbakanlık’ta olmalıydı.
Türkiye ile Yunanistan savaşa sürükleniyordu.
Yunanistan Kuzey Ege’de petrol araması için bir büyük petrol şirketiyle anlaştığını açıklamıştı.
Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren de “Türkiye’nin bunu savaş sebebi sayacağı” restini çekmişti.
Gerilim yüksekti.
Ege’nin iki kıyısında kıvılcımlar uçuşuyordu.
İşte bu ortamda, yaraları hâlâ taze olan Turgut Özal Londra’dan idareyi devraldı.
Önce Ankara’daki Kenan Evren’i telefonla arayarak tansiyonu düşürecek bir formülü dile getirdi.
Bir gazetecilik şansı gülmüştü.
Özal’ın yanındaydım.
Kriz boyunca da onun katında oldum.
Özal, Evren’e “sözlerinizi, ‘Yunanistan petrol arama anlaşması imzalarsa değil, bu anlaşma sonrası arama, sondaj çalışması fiilen başlarsa bunu savaş sebebi sayarız’ diye anladım. Doğru mu” diye sordu.
Evren’den “evet doğru anlamışsınız” cevabını alınca derin bir nefes aldı.
Türkiye’nin içinde sorunu halletmişti.
Yunanistan’la ilgili çıkışlara geçebilirdi.
Sabahtan akşama kadar dünyanın bütün gazetelerinin, TV istasyonlarının, ajanslarının muhabirlerini tek tek kabul etti.
Onlara Türkiye’nin tezini anlattı.
Evren’in “savaş sebebi” söyleminin nasıl yorumlanması gerektiğini anlattı.
Akşam artık ektiklerinin hasat zamanıydı.
Televizyonun karşısındaki koltuğa oturdu, haberleri izlemeye başladı. Beklediği sonucu az sonra aldı.
Yunanistan’ın AB Büyükelçisi “petrol arama anlaşmasının imzalandığını ama sondaj için fiilen başlama izninin verilmediğini” söyledi.
Özal rahatladı.
“Bu adam, hükümetiyle konuşmadan, talimat almadan böyle bir açıklama yapamaz” dedi ve yandaki çay masası üzerindeki gümüş kaseye uzanarak çikolataları birer ikişer yemeye başladı.
“Semra hanım yok, çikolataları yiyorsunuz” diye takıldım.
Muzip bir gülüşle “doktor da yok” dediğini iyi hatırlıyorum.
Bu arada alanda harekete hazır olarak bekletilen ve savaş çıkarsa Kuzey Balkanlardan Türkiye’ye dönülür diye başka bir yol haritası için uçuş izinleri alınan Başbakanlık jetine de “bu gece uçuş yok” talimatı verildi.
Bölgede gene kıvılcımlar uçuşurken kriz yönetimine bir örnek oluşturur düşüncesiyle bu anımı yansıtmakta yarar gördüm.
.............................
Not: Hafta sonuna kadar New York’ta olacağım. Bu sürede yazamayacağım. Haftaya gene bu köşedeyim.