Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

29 Ekim davetinde Köşk izlenimlerime devam...
Soğuk ve yağmurlu bir Ankara akşamı.
Trafik tıklım tıkış...
Neyse ki davetlilere Köşk’ün iki kapısından giriş yaptırılıyor.
Biz 5 numaralı dış kapıdan girdik.
Bahçede geniş bir yay çizerek protokol kapısına ilerlerken sağımızda Atatürk’ün ikamet ettiği ilk Köşk gözümü aldı.
Zarif kulesi, ışıklandırılmış dış duvarlarıyla ruhumu okşar gibiydi.
Geniş cam kapıdan girdik.
Sağ taraftaki resepsiyonda cep telefonlarımız alındı.
Çıkarken istememiz için birer fiş uzatıldı.
Üst kata çıkan merdivenlerin başında Genel Sekreter Mustafa İsen ve eşiyle, Medya Baş Danışmanı Ahmet Sever ve eşi, konukları karşılıyordu.
“Bekleme Salonu”na alındık.
Yüzlerce davetli Büyük Salon’a geçmek üzere kuyruklar oluşturmuştu.
İçeri daha ilk adım atılırken üzerinde isimlerimiz yazılan kartlar bir görevliye veriliyordu.
Mikrofon ile o isim anons edildikten sonra birkaç adım daha atılıyor ve önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ardından yanındaki eşi Hayrünnisa Gül’ün elleri sıkılıyordu.
Anons edilen iki isim arasında yeterince geniş bir zaman bırakılıyordu..
Bu durumda Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın “protokolde zamanlama nedeniyle Cumhurbaşkanı’nın eşi Hayrünnisa Gül’ün elini sıkamadığı” söylemini anlayamadım.
Sanılanın tersine salonları “başı örtülü” hanımlar doldurmuş değildi.
Gözlemime göre “başı açıklar” fark atarak çoğunluktaydı.

Haberin Devamı

ÖRTÜLÜ ŞIKLIK SORUNU
Kadınların inançları ya da sosyal konumları veya gelenekleri gereği başlarını örtmelerine karşı değilim.
Yüksek öğrenim kurumlarına girmeleri de artık fiili çözüm yoluna girdi.
Kimse çomaklamıyor...
Bunun arkasının kamu hizmetlerinde çalışmak isteği olacağını da görmemek “beş duyudan birinin eksikliğidir.”
Herhalde “hizmet veren” kesiminde “hâkim, savcı, vali, kaymakam, polis, öğretim üyesi” gibi alanlar dışında başı örtülü kadınlarımız çalışabilecekler.
Orta vadede Türkiye’den “örtünme görüntülerini” böyle hissediyorum.
Sorun başörtüsünden çok “örtünme estetiği” olabilir.
“Kapanmış kadınlar” genellikle “görsel telafi sendromuna” geliyorlar.
Kemerler, zıt renkli biyeler, şeritler, fiyonklar, yapma çiçekler...
Bunlarla “imaj yapmak” çabasındalar.
Çankaya Köşkü’ndeki 29 Ekim davetinde örtülü hanımların “telafi sendromundan -nispeten- çıktıklarını” gördüm.
Kuşaklar, şeritler, güller, kelebekler daha azdı.
Cumhurbaşkanı Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül bu bağlamda farklı bir estetik anlayışı ortaya koymuş.
Şarap rengi sade giysisi “az, daha çoktur” mesajını taşıyordu.
Sanıyorum ilerleyen yıllarda “kapanmak” ya da “açık” olmanın yanı sıra “örtünme estetiği” de konuşulacak, yazılacak.

Haberin Devamı

ASKER VE KÖŞK
Cumhurbaşkanı Gül’ün davetlisi olan Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın Köşk’e çıkmamaları gecenin “üzerinde durulan” konusuydu.
Başbakan Erdoğan’ın “askerin gelmemesi yanlış...” Başkomutan çağırınca komutanlar gelmeli mesajını veren konuşması kulaktan kulağa yayıldı.
Karşı görüşte olanlar “Başbakan Erdoğan’ın geceye yalnız katılmasını” gündeme taşıdılar.
Fakat çoğunluğun görüşü şöyleydi: “Genelkurmay Başkanı Merkez Orduevi’ndeki kendi davetini hiç değilse yarım saatliğine ikinci başkana bırakıp, Kuvvet Komutanları ve Jandarma komutanlarıyla birlikte Çankaya’daki davete uğrayabilirdi.”
Ben de o görüşteyim.
“Cumhurbaşkanı, Başkomutandır. Onun daveti emirdir. Komutanlar -emir- telakki edip Çankaya’ya gelmelilerdi” gerekçesi ile değil ama “devlet gelenekleri nedeniyle bunun yapılması uygun olurdu” diye düşünüyorum.
Türkiye’nin içeriye ve dışarıya çizdiği imaj “devlet içinde devletler” algılamasına neden olmamalı.
Elbette “askerin de kendi kamuoyu” var.
Bunu dikkate almak durumundalar.
Sanıyorum... Zıt renkli tavır coğrafyalarında kalmamak ve bir ortak renk üretmek aklın yoludur.

Haberin Devamı

BAŞYAZARIN VEDASI
Çankaya Köşkü’ndeki Başbakan Erdoğan’ın etrafını saran gazetecilere “savaşırım” sözcüğü “sonun başını” işaretliyordu.
Ertesi sabahki “özür dileme satırlarına” rağmen Oktay Ekşi’nin önünde tek yol kalmıştı; “istifa...”
Oktay Ekşi’yle çok eski yıllardan tanışırız.
Başında bulunduğu Medya Konseyi’nin kuruluş aylarında uzun süre sadece 3-4 kişi çalıştık.
Daha önce aynı gazetede “halef-selef” de olmuştuk.
Doğan grubu, Medya Konseyi’nde yıllarca birlikte görev yaptık.
Oktay Ekşi üslubuna son derece hâkimdir.
Ağzından hiç kötü kelime çıkmaz.
Zaman zaman “bak şu deyyusa” dediğini anımsarım.
Fakat...
“Analarını bile satarlar” gibi bir lafın ondan sadır olabileceğini rüyamda görsem inanmazdım.
Bu söylemi elbette doğru bulmuyorum.
Bir süredir “kuantum”a sardım.
Kuantum’da “Çoklu Evrenler” teorisi var.
Artık “paralel boyut” ve “paralel zaman” gibi kavramlarla tanışıyoruz.
Görünmeyen “paralel yaşamdaki bizler” konuşuluyor.
Bunun öncüsü “dünyanın en zekilerinden biri” olarak gösterilen “Hawking...”
Yani sıradan adamların düşünceleri değil.
Oktay Ekşi’nin ve hepimizin “paralel yaşamdaki bizler” etkisinde bazen hiç de “ben” olmayan şeyler yapabilmemizin izahı bu olabilir.