Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AŞAĞIDAKİ fotoğrafı İspanya’nın Toledo kentinde çektim.
Bir hatırlatma yapayım...
Başbakan Ahmet Davutoğlu “PKK’lıların yakıp yıktığı, viraneye çevirdiği Diyarbakır’ın Sur ilçesinin yeniden yapılacağını, tıpkı Toledo gibi olacağını” söylemişti.
İşte Ortaçağ’dan bu yana kişiliğini yitirmeden kalabilmiş tarihi kent Toledo’nun daracık sokaklarındaki kaldırımlardan bir fotoğraf o...
Mavi zemin içinde beyaz çini “Yahudiliğin simgesi” şamdan.
Kaldırımlarda çok sayıda görülüyor.
600 yıldan fazla bir süredir varlığını kaldırımlarda sürdüren bu “Yahudiliğin simgesi kutsal şamdanlar” Toledo’nun “Yahudi mahallesinde bulunduğunuzu” ifade/işaret ediyor.
Toledo Kralı çok bilge bir adammış.
“Hıristiyanların, Musevilerin (Yahudilerin), Müslüman Arapların bir arada barış içinde yaşamaları gerektiğine” inanıyormuş.
Toledo’da çoğunlukta olan Hıristiyanların Endülüs Müslüman Araplardan “matematik, tıp, felsefe” alanlarında faydalanacaklarını düşünüyormuş.
“Yahudiler ise iyi tüccar, onlarla Toledo ekonomisinin yükseleceği” kanısındaymış.
Özel “tercüman grupları” kurmuş.
Onlar Arapların bilim kitaplarını Yahudi diline ve İtalyancaya / Latinceye tercüme ediyor, “ortak kültür” harmanı oluşturuyormuş.
Gerçekten de Toledo İspanya yarımadasının en önemli ve zengin kentlerinden biri olmuş. (O tarihte bugünkü İspanya’nın başkenti Madrid sadece bir kasabaymış.)
3 dinin mensubu 3 etnik nüfus Toledo’da çok yıllar barış içinde birlikte yaşamışlar.
Toledo sokaklarında dolaşırken kendi ülkemi düşündüm.
Yüzyıllar boyu birlikte barış içinde yaşayan, kız alıp kız veren, ülkedeki tüm etnisitelerden karma nesiller yetiştiren Türkiye neden ayrışma işaretleri veriyor?

KUTUPLAŞMA
SADECE etnisite, mezhep ayrışması zehri değil...
Siyasi görüşlerde de Türkiye hızla “kutuplaşmaya” sürüklenmekte.
TBB (Türkiye Barolar Birliği) Başkanı Metin Feyzioğlu dünkü açıklamasında “Kutuplaşma, devletimizin bekasını tehdit eder hale gelmiştir” dedi; ki çok doğru...
Feyzioğlu uyarıyor:
“Yıkılan komşu devletlerin yerini almaya çalışan ve devletleşme iddiasında olan silahlı örgütler ülkemize karşı savaş açmışken, içeride milli bütünlüğümüzü bozacak, kutuplaştırıcı, gerginliği artırıcı açıklamalardan kaçınmak öncelikle devleti yönetenlerin görevidir.”
Buna, ben “sadece devleti yönetenlerin değil siyasi partilerin STK’ların, kanaat önderlerinin ve medyanın da aynı özeni göstermesi gerektiği yolundaki inancımı” ilave ediyorum.
Feyzioğlu “78 milyonu bir arada tutacak ortak paydadaki -birleştirenlerden biri olan- hukukun üstünlüğü ve adalet” üzerinde duruyor.

CAN DÜNDAR VE ERDEM GÜL
FEYZİOĞLU açıklamasını Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliyeleri bağlamında “söylemler, tepkiler, yayınlar” için yazmış.
Hukuk devletinde, en üst “yargı mercii” Anayasa Mahkemesi’dir.
Kararlarına uymak “zorunludur.” Temyizi yoktur.
Cumhurbaşkanı’nın “Uygulamayacağım” söylemi de aslında zaten “mümkün olmayanın” ifadesi olarak yorumlanmalı.
Çünkü...
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını uygulama mercii yargı erkidir.
Tahliyeyi de yargı yapmıştır.
Başbakan Davutoğlu’nun da aralarında olduğu iktidar mensuplarının, içte ve dışta kanaat önderlerinin “Bu tutuklama olmamalıydı” görüşleriyle zaten bir kamuoyu vicdanı oluşmuştu.
Anayasa Mahkemesi Dündar ve Gül’ün tutukluluk halini “hak ihlali” olarak gördüğünü vurgulayan bir karar aldı.
Dosyanın “hukuk tekniği” ile ilgili satırlarını sonraya bırakıyorum.
Ancak...
Tahliyeler için şu iki gözlemi vurgulamakta yarar var.
- Tahliye, “beraat kararı” değildir.
“Beraat” ya da “mahkumiyet” kararını verecek olan mahkemedir.
Yargı süreci devam ediyor.
Yargı, karar öncesinde etkilenmemeli.
- Türkiye’nin daha fazla gerilmemesi, kutuplaştırılmaması için de söylemlerde özen gerekiyor.
Ayrıca...
Mülkün temeli olan adaletin en üst mercii kurum olarak yıpranmamalı.

Kutuplaşmaya dikkat