Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

TAHA Akyol’un “RUMELİ’YE ELVEDA” dizisi CNN’de ilgiyle izlenmişti.
Dizinin kitabı da yayımlandı.
Hafta sonu boyunca elimden bırakamadım.
Bir solukta okudum.
“Osmanlı Rumelisi” olan Balkanlardan Osmanlı’nın kopuşunun trajedisini belgesel tadında yansıtıyor.

Milliyetçi söylemler/ ırkçı söylemler

Ama...
Siyasal ve sosyal analizleri ile bugünlere ışık tutmanın yanı sıra büyük edebiyatçıların anlatımlarıyla bu dramın, kıyımın adeta resimlerini de çiziyor.
Rumeli kökenli Yahya Kemal ve Necati Cumalı’nın üsluplarıyla acılar kabuk tutmuş yaraları kanattı.
Anneannemden dinlediğim Bosna’dan İstanbul’a göç anılarını yeniden yaşadım.
Bosna’da “çiftlik çubuk” sahibiymişler.
Toprakları, hayvanları, evleri satmışlar, altın almışlar.
Paltoların astarına baklava dikişleriyle yaptıkları yuvalara koymuşlar.
Öyle gelebilmişler İstanbul’a...
Şansları varmış.
Komita çeteleri tarafından soyulmadan gelebilmişler.
Ama...
10 binlerce tehcire uğrayan Boşnak, Makedon, Arnavut, Bulgar Kökenli Türk, çoğu “evlad-ı fatihan” diye adlandırılan, fetihler sırasında Anadolu’dan getirilip yerleştirilen Müslümanlar sersefil yollara dökülmüşlerdi.
100’lerce yıldır “vatan” bildikleri topraklardan sürülmüşlerdi.
Evleri komitacı denen çeteciler tarafından basılıyordu.
Erkekler öldürülüyordu.
Kadınların kirletildiği kulaktan kulağa yayılıyordu.
Hepsinin ortak duygusu “artık can güvenlikleri olan vatan belleyecekleri topraklara” ulaşmaktı.
Yollarda hastalıktan, açlıktan kırılıyorlardı.
Komitacılar saldırıyor.
Götürdükleri 3-5 altını ellerinden alıyor.
Onları öldürüyorlardı.
Bütün bu çilelerden sonra Trakya’ya, İstanbul’a, Ege’ye ulaşanlar genç Türkiye Cumhuriye-ti’nin bağımsızlık ve bütünlüğüne tutku katsayıları çok yüksek vatandaşlar oldular.
Bu “yüksek duyarlılık” nedenlerinden biri de ailelerinin yaşadıkları ya da tanık oldukları olayların travmasıydı.
Çocuk-larına -ben ve kardeşlerim dahil- “burası son vatan, ebedi vatan” dediler.
Bu psikolojiyle yetişti genç kuşaklar.
Atatürk’ün, “ırkçı” olmayan ve bir “ulus devlet” oluşturmayı hedefleyen “Türkiye’de yaşayanları ortak paydaya alan Türk” tanımı o psikolojiyle örtüştü.
Hakkari’den, Edirne’ye herkesi kardeş hissetmek duyarlığı oluştu.
PKK’ya karşı tavırların analizinde bu tehcir travması için empati de gerekli
..............................
Taha Akyol’un kitabındaki eksen “Rumeli” ama Kırım’dan, Kafkasya’dan, Rusların mezalimiyle sürülen ve Anadolu’ya ulaşan Kırım Türkleri ve Çerkezler de anılıyor.
Onlar da bu toprakları “son vatan” bellemişler.
Onlar da çok duyarlı.
Karadeniz’in insanları Türkiye’den koparılmak ve Rumlara verilmek istenen topraklarda yaşıyorlar.
Tehcir ızdırabını -çok şükür- tatmadılar ama bu kötü yazgı olasılığı teğet geçti.
..............................
Yani...
“Kürt sorununa demokratik çözüm” elbette hepimizin desteklemesi gereken bir süreç.
Fakat...
Bunun, “Kürt hassasiyeti” kadar “Türk hassasiyetinin” de dikkate alınarak ince ayarlı dengelerle sürdürülmesi gerek.
Herkes kelimelerini özenle seçmeli.
Örneğin...
BDP’nin, amacını aşsa da “Biz buralarda binlerce yıldır varız. Bosna’dan, Makedonya’dan, Bulgaristan’dan daha dün gelenler” gibi söylemleri çözüme katkı değil engel oluşturur.