Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Strasbourg Üniversitesi doktora öğrencileri sınıfı...
Romanya kökenli bir profesör ders anlatıyor, sorular yöneltiyor.
Aldığı cevapları yorumluyor.
Cevap verenlerden biri Türk.
Cevabı doğru, ifadesi düzgün.
Hatta Romanya kökenli, sonradan Fransa vatandaşlığına geçmiş profesörden daha iyi Fransızca konuştuğu da söylenebilir.
Türk öğrencinin konuşmasını beğenen profesör “Bravo, doğrusu sizden beklemezdim” diyor.
Hem “övgü” hem de “aşağılama...”
Türk öğrenci, çoluk çocuk değildir.
Mesleğinde bir yerlere gelmiştir.
Zaten “Troisieme Cycle” diye adlandırılan iki yıllık özel doktora öğrenciliğine mesleğinde başarı göstererek yükselmiş profesyoneller kabul edilmektedir.
Sınıftakiler de mevki sahibi profesyonellerdir.
Türk öğrenci “Ne demek istiyorsunuz?” diye sorar.
Profesör şöyle der:
“Siz Türk’sünüz. Gelişmemiş bir ülkeden geliyorsunuz. Herhalde buradan dönüşünüzde sizi cumhurbaşkanı bile yaparlar.”
Türk öğrenci daha ağzını açmadan, yanında oturan Fransız arkadaşı onun kolundan tutar, “Bana bırak” der.
O Fransız, Strasbourg civarında dünyaca ünlü bir markanın biralarını üreten fabrikada finansman müdürüdür.
Hocaya sorar: “Türkiye’nin geri kalmış olduğunu nasıl iddia edebiliyorsunuz?”
Profesör soruyu soruyla karşılar:
“Siz geri kalmışlık nedir biliyor musunuz?”
Fransız tartışmaya noktayı şöyle koyar:
“Biliyorum. Şu an da karşımda ders verdiğini sanarak başkalarına hakaret etmeye kalkışıyor. Evet, işte siz geri kalmışlığın örneğisiniz.”
.........................
Fransız ve Türk iki öğrenci ayağa kalkarlar, “Sizin bundan sonraki derslerinize girmeyeceğiz, sizden öğrenilecek bir şeyin olduğuna inanmıyoruz” der ve sınıftan çıkarlar.
Onların ardından sınıftaki öğrencilerin alkışları duyulur.
Profesör de sınıfı terk eder.
Çok farklı bir doktora türevi olduğu için her ikisi de Romanya asıllı o profesörün dersleri yerine başka ders alarak “doktoralarını” tamamlamışlardır.
.........................
Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra “yüksek lisans” için Fransa’nın Strasbourg şehrinde birkaç yıl kaldım.
Hedefim “doktora” yapmaktı.
İkisi de olamadı ama Türklerin ve Müslümanların Avrupa’da nasıl görüldüklerini yaşayarak anladım.
Mesleğim gereği daha sonra da yüzlerce kez Avrupa, Amerika ve diğer kıtalara gittim.
Strasbourg’da edindiğim izlenimin yerküreye yaygın olduğunu da gördüm.
Bir barda, lokantada, kafede birileriyle karşılaşırım.
Sohbet başlar.
Hangi milletten olduğumu öğrendikleri anda sanki aramıza bir “cam duvar” çekilir.
Amerika ve İngiltere kökenli ulusların ve İskandinavların dışında genellikle bu “cam duvar” hissini hâlâ yaşarım.
........................
Bu topraklara, özellikle Ortadoğu’ya karşı tepkiyi sadece Filistin’le başlayan ve İslam referansıyla gerçekleştirilen teröre bağlamak sığ yorumdur.
Çok daha uzak tarih sayfalarına bakmak gerekir.
Haçlı Seferleri’ne, Osmanlı’nın Avrupa’nın yarısını ele geçirmesine kadar gidilmelidir.
“Anne Türkler geliyor” söylemi yüzyıllar boyu Avrupa’nın Akdeniz kıyı ülkelerinde yankılanmıştır.
.........................
Elbette ve kesinlikle Paris’teki dehşet verici saldırıları ve bunları yapan üç kişiyi nefretle kınıyorum.
“Ama”sız...
Ayrıca...
“İslam referansı” iddiasıyla işlenen bütün cinayetleri, kıyımları, işkenceleri, zorbalıkları, barbarlıkları da “ama”sız “insanlık suçları olarak yaftalıyorum.”
Yazıdaki anı dahil, her acı veren olayda “Müslümanları ötekileştiren yerkürenin diğer bölümüne de empati yapmamız gerektiğini“ düşünüyorum.
Neden böyle görülüyoruz?
Neden Budistler ya da diğer benzeri dinlerin insanları karşısında dünya önyargılı değil?