YAKIN zamanlara kadar “en savcı” denebilecek olanı “kentlerin de karışacağı” kaygıları için söyle demişti:
“KCK tutuklamaları sonrası taş atacak çocuk bile bulamıyorlar... Hiç merak edilmesin...”
KCK’nın “kent uzantısı PKK olduğu” yolundaki inanışı paylaşıyordu.
KCK’yı “dağdan düze uzanan damar sistemi” gibi görenlerdendi anlaşılan.
İçlerinde bu tanıma girenler olduğunu hatta sayılarının fazlalığını düşünmek için nedenler çok ama toptancı bir etiket yapıştırmak doğru mu?
PKK’nın kent eylemleri ile KCK irtibatı belli ki kesilmek isteniyor.
Konunun “adalet” coğrafyasındaki sınırlarına girmiyorum.
Fakat...
O sınırın dışında kalan “tırpan” görüntülerinin de “hayırlar” üretmesini beklemiyorum.
TAKAS
ASTSUBAY Abdullah Sökçeler ile Uzman Çavuş Zihni Koç -yanılmıyorsam- hâlâ PKK’nın elinde.
Önce Hamas’ın 5 yıldır elindeki bir İsrail askeri 1000 Filistinli mahkûm karşılığı serbest bırakıldığında, ardından bir başka İsrail askerinin Mısırlı mahkûmlar karşılığı ülkesine özel jet uçakla gönderildiğinde, Sökçeler ve Koç’u düşündüm.
Eğer TV’den haberleri izledilerse acaba neler geçti kafalarından?
Yürekleri buz kesti mi?
İsrailli iki asker ile kendilerini kıyasladılar mı?
İki İsrailli askerle, iki Türk askerin tartıldıkları terazilerin farkını içlerine sindirdiler mi?
Özel jet uçaktan inen İsrailli asker, kısa beyaz saçlı, gözlüklü, siyah tayyörler içindeki annesiyle kucaklaştı.
O sahneyi TV ekranlarında izleyen Astsubay Sökçeler ve Uzman Çavuş Koç’un anneleri -varsa- eşleri kendileri ve İsrailli anneyi tartan terazilerin neden farklı olduğunu sorguladılar mı yüreklerinde?
1 İsrailli askerin 1000 Hamas’lıya eşit görülerek takasına dönelim.
Yeni değil.
Newton’un “yerçekimi kurallarıyla oluşan ağırlık teorisi” yıllardır İsrail tarafından delik deşik edilmekte.
Farklı teraziler yeni değil.
Son takasta Hamas’ın askeri kanat komutanı ve bazı önde gelen isimlerini Türkiye’de yaşamak zorunda bırakılmaları bana zaman tünelinde yolculuk yaptırdı.
Bakın Türkiye’de çok tanınan Hamas Reisi Halid Meşal’ın da adının karıştığı bir “takas olayına...”
Bir başka teraziye...
Amman...
25 Eylül 1997 sabahı...
Hamas’ın o dönemde Ürdün’deki politik büro başkanı Halid Meşal yanında berbere götürülecek 3 çocuğu ve korumasıyla evinden çıkmış, ofisine gidiyor.
Bürosunun önünde, arabadan çıkışında karşı karşıya geldiği iki kişiden biri başının ve kulağının sol tarafına bir sprey püskürtüyor.
Meşal titremeye başlıyor.
Sprey, deri dokularından derinlere ölümcül zehir zerreleri halinde ilerlemektedir.
Meşal hastaneye götürülürken o iki kişi de tesadüfen orada olan bir diğer Hamas liderinin korumaları tarafından kovalanır yakalanır.
İkisi de Mossad ajanıdır.
Ürdün’e sahte Kanada pasaportu ile turist olarak girmişlerdir.
Bunu duyunca Kral Hüseyin öfkeden köpürür.
İsrail’e çok sert çıkar.
ABD Başkanı’yla telefonla konuşur ona da derhal “Meşal’i iyileştirecek panzehiri göndermezse İsrail’in Ürdün’deki diplomatik varlığını noktalayacağını” söyler.
Kardeşi (şimdiki Kral) Hasan’ı Washington’a gönderir.
Sonuç...
Özel uçakla İsrail’den panzehir gelir.
Kral Hüseyin ve etkin kurmayları Meşal’i, yattığı El Hüseyin Tıp Merkezi Hastanesi’nde ziyaret eder.
Sahte Kanada pasaportlu iki Mossad ajanını tutuklatır.
Halid Meşal ayağa henüz kalktığı 1 Ekim Çarşamba gece yarısı hastanedeki odasındaki pencereden bir helikopterin iniş yaptığını görür.
Helikopterden İsrail’de hapis yatmakta olan Hamas lideri Şeyh Yasin indirilmektedir.
Felçli olduğu için tekerlekli iskemlesinin içindedir.
Kanada pasaportlu iki suikastçı Mossad ajanı da bu takasla İsrail’e iade edilirler.
Sıradan 2 Mossad ajanı tetikçiye karşılık Hamas’ın kurucusu, başı Şeyh Yasin.
Bu teraziye ne dersiniz?