PKK kamplarında yetiştirilen Mensur Güzel’in “deniz otobüsü kaçırma eylemi” hangi sonucu hedef almıştı, bilmiyoruz.
“İmralı’ya gitmek istiyordu” iddiaları zayıf kalıyor.
Deniz otobüsü daireler çizerek yakıt tüketiyor, Silivri yakınlarında durmak zorunda kalıyor.
“Rota İmralı” olsaydı herhalde bunu dayatabilirdi.
.......................
Amaç “gövde gösterisi idiyse” ve “bugün deniz otobüsü, yarınlarda tren, metro, vapur, uçak” mesajını vermekse bunu çoğumuz kendi içimizde sorguladık.
Tedirginlik duygusunu hissettik.
Bu zehirli duyguyu “ölmek” pahasına enjekte etmiş olması rahatsızlık veriyor.
.......................
Yaşanan korsanlık olayında medya sorumlu davrandı.
İdare, polis, asker (deniz komandoları) mükemmeldi.
Hepimize güven verdiler.
Ancak...
Olay gerçekleştikten sonra operasyonun mükemmel olması yeterli değil.
Terörle mücadelede “önleyici” olmak çok önemli.
Yani eylemin önceden istihbar edilmesi ve sessiz sedasız engellenmesi...
Biliyorum ki, birçok eylem hazırlığı ve kalkışımı önceden öğreniliyor, gerçekleşmesine mani olunuyor.
Ama...
Gene de istihbarata daha fazla ağırlık vermek gerekmekte.
İstihbaratın yanı sıra “teknolojik önlemler” de kusursuz işlemeli.
Örneğin...
Mensur Güzel’in patlayıcı yüklü sırt çantasıyla iskele turnikesinden rahatça geçmesi, deniz otobüsünün kaptan köşküne ulaşabilmesi alarmdır.
Engelleyici önlemler olmalıydı.
Toplu nakil araçlarında kullanıcıların, dümendekilerin korumaları olmalı.
Onlara ulaşımın önü kesilmeli.
Kaptan köşklerinde, kokpitlerde, kimsenin bilmediği savunma sistemleri konuşlandırılmalı.
Kartepe deniz otobüsünün kaçırılma olayına bir de bu mercekle bakmak ve bu tekil örnekten tüm toplu taşıma araçlarına uzanan bir genelleme yapmak gerek.
GÜNAHKÂR ÖTEKİ...
PKK terörü tırmanırken Türkiye’nin şansı “ekonomisidir.”
Tek cephede savaşmaktır.
70’li yıllarda terör vururken arkasını dayayabilecek sağlam bir duvarı yoktu Türkiye’nin...
O sürecin tartışması “mücadelede teröre mi, ekonomiye mi öncelik vermeliyiz” sorusu ekseninde dönüyordu.
Gerçekten...
Enflasyon yüzde 100’ü aşmıştı.
Döviz sıkıntısı ölümcüldü.
Yurtdışında görev yapan diplomatlarına maaşlarını ödeyemediği oluyordu.
Türkiye Merkez Bankası’nın Tokyo’daki büyükelçilik mensuplarına maaş ödenmesi için gönderdiği çek Japonya bankalarında kabul edilmemişti.
Döviz yokluğu nedeniyle hastanelerde kullanılan röntgen filmlerinin bile ithali dondurulmuştu.
Traktörlere, kamyonlara yakıt verilemiyordu. Sebze, meyve pazarlara gönderilemiyor, tarlada, bahçede çürüyordu.
Fabrikalar da yakıt sıkıntısı nedeniyle birkaç saat üretim yapıyor ya da tümüyle üretimi durduruyordu.
Ve terör her gün 25-30 can alıyordu.
Artık, yaşamlarını yitirenlerin isimleri haber içinde veriliyor, başlıkta sadece “dünkü terör bilançosu: 25 ölü“ gibi toptancı klişeler kullanılıyordu.
SOLDA VE SAĞDA ÇARPIŞANLAR
2011 Türkiye’si çok farklı.
Mücadele edilen terör örgütü belli.
Adıyla, sanıyla, merkeziyle, siyasi uzantılarıyla biliniyor.
Solda ve sağda değişik isimlerle kanlı eylemler yapan, birbirlerini kırarken, devlet güçlerine karşı da saldırılar düzenleyen dağınık bir yapı değil PKK...
Ama...
Daha da önemlisi ekonominin yerküredeki “sağlamlar” arasında yer almasıdır.
Terörü, ekonomik sıkıntı içindeki halklar besler.
Sistemden umut kesmiş halk yığınları, sisteme silah çekmiş terör örgütlerini kendine yakın görür.
Onlara omuz verir.
O silahlıların sesleri, ekonominin dibe vurduğu ülkelerin halkları için “öfke” dilidir.
2011 Türkiye’sinde böyle bir ortam yok.
Tam tersine...
Halklar silahın sesini değil sessizliğini istiyor.
Elbette hepsinin “rahat koşullarda oldukları” söylenemez ama kriz ortamının yaşanmadığı da bir gerçek.
Bütün provokasyonlara, tehditlere, tezgâhlara, kanlı eylemlerle toplumda nefret duyguları yaratmak ve derinleştirmek çabalarına karşın halklar oyuna gelmiyor.
BAŞKASININ GÜNAH ÜRÜNÜ
ASIL tehlike ekonomik kriz rüzgârı Türkiye’ye ulaştığı ve sağlam kurumları sarsmaya başladığı süreçte tehdit yaratma olasılığıdır.
İtalya ve Yunanistan ekonomik krizden çıkış için “atanmışlara” bağladılar umutlarını.
Türkiye’de böyle bir duruma düşmek “ekonomik” çerçevenin dışında terörü besleyecek bataklıklar yaratır.
İşte o zaman ülkenin çivisi çıkabilir.
Zemberekler boşalır.
O günlere bir daha dönmemeliyiz.
Bugünün sorunu ekonominin yönetimi ötesinde “krizi yönetmektir.”
Üstelik “yerel” değil, “küresel” krizi...
Türkiye ilk kez kendi yanlışlarının ürünü olmayan, başkalarının yanlışları nedeniyle oluşan bir krizle karşı karşıya.
“Başkasının günahını Allah kimseye taşıtmaz” diyelim.