Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Biliyorum... Çok duyarlı ve metameli bir süreç bu.
Bir yol kazası, ‘kanı durduralım’ derken, gene ‘gençlerimizin binlercesinin ölömüne’ yeniden ‘u’ dönüşü yaptırabilir.
‘İmralı Zabıtları’ bu tehlike duygularını yaşattı.
Neyseki süreç kazasız devam ediyor.
O rahatlamayla yazıya gireyim.
Bu yılki Abdi İpekçi ödülünü, jüri “İmralı Zabıtları” haberiyle Namık Durukan’a verdi.
Bu haber siyasette depremdi, tsunami dalgaları yükseltti.
Sarsıntıları da, hasarı da oldu.
O günlerde bunun “gazetecilik başarısı” olduğunu yazmıştım.
Haberin, Abdi İpekçi ödülüne diğer adaylar arasında büyük fark yaparak layık görülmesi de bu değerlendirmenin kanıtıdır.
Namık Durukan’ı kutluyorum.
Ellerine sağlık.
Bu gazeteciliği sahiplendiği için Milliyet’i de...
.............................
Böyle önemli gazetecilik olayları sakin sularda, asude zambaklar diyarında yaşanmaz.
Fırtınalar yaratması kaçınılmazdır.
Yıllar önce Turgut Özal’ın Başbakanlık yıllarındaydı.
Mehmet Ali Birand, Abdullah Öcalan’la görüşmüş ve Milliyet’te bir yazı dizisi hazırlamıştı.
Özal’ın, bir yurtdışı gezisinden dönmüştük, uçağımız Esenboğa’ya inerken o zaman Milliyet’in Başyazarı olan Altan Öymen bu yazı dizisini Turgut Özal’a söyleyince kıyamet koptu.
Özal “bunu yayımlayamazsınız” diye birkaç kez sert yaptı.
Altan Öymen, o sakin haliyle “sayfalar bağlandı, yazı ve fotoğraflar rotatifte dönmeye başlamış olmalı” cevabını verdi.
Altan abi daha önce CHP Genel Sekreter Yardımcılığı -yanılmıyorsam- grup başkan vekilliği ve bakanlık yaptığı için başbakanlar ve parti liderleri tarafından daha özel saygı görürdü.

Haberin Devamı
Rejimin ikizi gazeteci ve siyasetçi

Özal da Öymen’e kelimeleri özenle seçilmiş bir üslup kullandı ama kararlıydı.
“Madem öyle, ben de gazeteyi toplatırım” dedi.
Uçaktan indi.
Ve gerçekten dediğini yaptı.
Basın savcısı ve polis Milliyet’in Ankara matbaasını bastı.
Daha dağıtıma verilmeden gazete paketlerine el konuldu.
Gazetenin o zamanki Ankara Temsilcisi Orhan Tokatlı ve şefi Derya Sazak derhal matbaaya gittiler.
Tartışmalar, dağıtıma el konulmasını engelleme çabaları, adalet bakanıyla telefon konuşmaları...
Hiçbiri fayda etmedi.
O nüsha dağıtılamadı.
Ancak...
Sonraki günlerde bu “sansür” kaldırılabildi.
Tabii...
Kıyamet koptu.
Bilinen “sansür kınama bildirileri” muhalefet partilerinden “medyaya baskı” demeçleri, Meclis’te tartışmalar...
Gazete sahibine tepeden mesajlar.
Mehmet Ali’nin tepesinde çakan yıldırımlar.
Hapis tehditleri...
.............................
Sonra ne oldu?
Mehmet Ali Birand’ı kaybettiğimiz günlerde onun gazeteciliği için söylenenler, yazılanlar, çizilenler, TV yayınları, başbakanlar, parti liderleri tarafından dile getirilen övgüler bu “sonra ne oldu” sorusunun bugünlere uzanan cevabıdır.
Gazeteci ve siyasetçi demokrasinin Siyamlı yapışık ikizleridir.
Birlikte yaşamak ortak kaderleridir.
Biri sağlığını yitirirse diğerinin etkilenmemesi mümkün değildir.
Gene de...
Büyük gazetecilik olaylarında siyasetçi olan gazeteci ikizini hırpalamaya çalışır. Gazeteci ikiz de kendi yaşam sahasını özgürce kullanmaya çalışır.
Olay budur.

PANZER FIRTINASI
TÜRKİYE’de Galatasaray, Avrupa’da Barcelona...
Benim takımlarım...
TV’nin karşısına Barca’nın artistik futbol gösterisiyle skor levhasına yazacağı zafer rakamlarını izlemek için geçtim.
Rahat koltuğa gömüldüm.
Bir de sevdiğim şarap açtım.
Keyfim “paşa keyfi...”
Fakat...
Bir Bayern Münıch vardı ki sahada, dehşet...
Alman takımlarına boşuna “panzer” denmiyor.
“Metal fırtına” gibi “ezerek” geliyorlardı Barcelona kalesine.
Savunmada ise ikinci dünya savaşının yıkılmaz “bunkerleri” kadar geçit vermezdiler.
Barcelona hücumları “bunkerler” önünde kırılıyordu.
Hadi Messi sakattı, peki ya diğerleri?
90 dakika boyunca sadece 2 tehlike yaratabildiler.
Hele o ilk iki gol.
İki hava topuna sanki cüce pigmelerle oynuyormuşçasına yükselip rahatça kafa uzatmaları, mideme oturdu.
Barcelona’daki rövanşa bile umudun kırıntısını bırakmadılar.
Almanların ve Japonların, dünyadaki imajları için şöyle bir söylemleri vardır:
“Bizi sevmediklerini biliyoruz.
Ama onları bize saygı göstermeye mecbur ediyoruz.”
İşte maçın “hissiyatı” da bu.