Hafta sonu…
Siyaseti sinema ve edebiyatla harmanlayarak hafifletilmiş bir yazı… (The Daily Beast’da Andrew D. Kaufman yazmış.)
“Savaş ve Barış” harika bir sinema yapıtıydı.
Nataşa rolünde Hollywood’un kuğu boyunlu kadını Audrey Hepburn’ün etekleri arkasındaki ünlü aktörler Henry Fonda, Mel Ferrer, Vittorio Gassman…
Ödüllerle taçlandırılmış bir yapıt…
Tolstoy’un aynı adı taşıyan müthiş kitabından beyaz perdeye uyarlanmıştı.
O kitap ki Newsweek dergisi tarafından bütün zamanların “Top 100 Kitaplar” listesinde birinciydi.
Tolstoy denince akla gelen bütün zamanların diğer büyük Rus yazarı Dostoyevski’yi anmamak mümkün değil.
……………
Bu hafta yazılarımdan birinde “Hangi Putin?” başlığını koymuştum.
HUFFPOST gazetesi bu soruyu ortaya atarak “Akılcı Putin” mi, “Deli Vladi” mi ikilemini irdeliyordu.
“Ukrayna’nın istila edilip edilmeyeceğine” karar verecek tek kişi olan Putin’in -gazeteye göre- “Akılcı Putin” tarafı ağır basarsa dünya büyük bir krize düşmeyecek…
Ama…
Ya “Deli Vladi” tarafı öne çıkarsa katastrof…
“Rus ruhu yarı aziz, yarı deli terkiptir” diye bir söz olduğunu öğrendim. (*)
Yani Putin’in kararı hâlâ “yüzde 50, yüzde 50…”
Ve…
Bir de “müthiş” makale…
Başlığı “Tolstoy, Putin’in ruhunu nasıl kurtarabilir (koruyabilir) ?” (**)
PUTİN’İN RUHU
Makaleden satırlar yansıtıyorum…
Putin, Tolstoy’u Dostoyevski’ye tercih etseydi Ukrayna şu anda çok daha mutlu ve huzurlu ülke olurdu.
Vladimir Putin’in boğuştuğu soru 19. yüzyıl Rus klasikleri boyunca işlenmiştir:
“Ulusal büyüklüğümüzün kaynağı nedir?”
Putin, bu soruya yaklaşırken en sevdiği iki yazar olan Tolstoy ve Dostoyevski arasında bir seçim yapmalıydı.
“Dostoyevs-ki’nin Rus istisnacılığına olan inancı ya da Tolstoy’un milliyet, kültür ve din için eşitlikçi bakışı…”
Ne yazık ki Tolstoy’u değil, Dostoyevski’yi seçti.
MESİHÇİ VİZYON
Dostoyevski Rusya’nın dünyadaki misyonunun “bir Pan-Slav Hıristiyan İmparatorluğu yaratmak olduğuna” inanıyordu.
Bu “mesihçi” bir vizyondu.
Rusların dünyadaki tüm uluslar arasında ruhsal olarak “en gelişmişi, diğerlerini birleştirmeye ve yönetmeye yazgılı bir millet olduğunu” düşünüyordu.
“Büyük Aryan ırkını birleştirme ve başında olma gibi bir kaderi vardı.”
VATANSEVER TOLSTOY
Tolstoy da bir vatanseverdi.
Savaş ve Barış kitabında açıkça gösterdiği gibi halkına âşıktı.
Ama…
Katı “milliyetçi” değildi.
Dünyadaki her kültürün “eşsiz dehasına ve saygınlığına” inanıyordu.
Kitaplarında ayırt edici özelliklerinden biri “milliyetleri ne olursa olsun karakterlerinin hepsinin değerlerinin vurgulanmasıdır.”
Tolstoy Kırım Savaşı’nda Türk, Fransız ve İngilizlerin birleşik kuvvetlerine karşı bir Rus askeri olarak savaşmıştı.
Bu deneyimlerinden de ilham alarak yazdığı “Sivastopol Masalları”nda karakterleriyle ister Rus, ister İngiliz, ister Fransız, ister Türk olsun “insanlığın insanlığını” kutsamıştır.
Ne yazık ki Sovyetler Birliği’nin çöküşünü izleyen manevi kargaşanın ortasında Ruslar, Tolstoy’un benimsediği “daha sakin evrensel insanlık vizyonundan” çok Dostoyevski’nin “daha katı mesihvari vizyonuna” sarılma eğilimindeydiler.
Tolstoy’un vizyonunu “fazla demokratik, hümanist” buluyorlardı.
20. yüzyılın Sovyet çöküşünden sonra “aşağılanmalar” algılayan sıradan Ruslar “uluslar ailesi arasında kendi değerlerinin üstünlüğünün açık kanıtını” yeniden arıyor ve istiyor.
Putin’in oynadığı da işte tam bu nüfus grubu.
TRAJEDİ
Konuşma-larında nadiren Tolstoy’dan alıntı yapar.
An-cak…
Sık sık Dostoyevs-ki’den ve onun etkilediği Solovyev, Berdyaev ve Ilyin gibi 20. yüzyıl Rus mesih filozoflarından alıntılar yapar.
Putin, Sovyetler Birliği’nin çöküşünü, 20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi ve Rus halkı için “gerçek bir trajedi” olarak niteler.
Nisan ayındaki bir röportajında şöyle demişti:
“Dünyaca ünlü büyük bir Çarımızın dediği gibi, bizim gücümüzden, büyük birliğimizden korkan güçler var. Bu yüzden bizi parçalara ayırmaya çalışıyorlar.”
1941 YA DA 1812
Putin’in bu konuşmasını dinlerken insan Rusya’nın kısa süre önce Kırım’ı işgal ve ilhak ettiğini ve şimdi de Ukrayna sınırında kılıç salladığını değil, sanki tarihte yaşadığını sanır.
1941 yılında olduğunu ve Hitler’in az önce saldırdığını, hatta 1812’de Napolyon’un Rusya’yı işgal etmek için Nieman Nehri’ni geçtiği yıllarda yaşadığını…
Her iki tarihi olay Rus ulusal bilincinde kök salmıştır.
Bu da Putin’in “yabancı düşman” söylemlerinin Rus halkı çoğunluğunda büyük yankılar bulmasının nedenidir.
YABANCI KORKUSU
“Yabancı” kuşku ve kaygısı Putin’in iliklerine işlemiştir.
Kardeşlerinden biri II. Dünya Savaşı’nda Alman Nazi güçlerinin Leningrad kuşatması sırasında difteriden öldü.
Anneannesi bu savaşta Almanlar tarafından öldürüldü.
Dayısı, -cephede iz bırakmadan- ortadan kayboldu.
Rusya’nın geçmişi ve Putin’in biyografisi dikkate alındığında “düşman bir dünyada, Rus üstünlüğünü savunmak misyonunu” içselleştirmesi mantıklı görünüyor.
Oysa…
Gerçek güç Tolstoy’un çok iyi anladığı gibi “kibirden” değil, “tevazudan” gelir.
Bu kitaplarındaki temel mesajdır.
Tolstoy’a göre “Rusya’nın büyüklüğü, halkının saldırganlık karşısında onurunu ve topraklarını korumak ve en kötü durumlarda bile pusula ibresini ahlakta tutmak yeteneğinden” kaynaklanır.
MANDELA’YA İLHAM
Robben Adası’ndaki hapis cezası sırasında “Savaş ve Barış”ı okuyan Nelson Mandela’nın daha sonra onu “en sevdiği kitap” olarak anması, kitaptaki “komutan Kutuzov”u insancıl ve etkili liderliğin örneği olarak seçmesi önemlidir.
…………
Putin’in ise Savaş ve Barış’tan aldığı ilham ne yazık ki komutan Kutuzov değil, Napolyon karakteri…
Ama dikkat…
“Zafer” sanılan şey “yıkım” getirebilir.
Napolyon ve ordusu, Moskova’da savaş ganimetlerinin tadını çıkarırken, Avrupa’ya geri dönmek için ihtiyaç duyacakları yaşamsal değerde erzak stoklarını tüketiyorlardı.
…………
Daha önce de yazdığım gibi, ben Putin’in “akılcı tarafının ağır bastığını” düşünüyorum.
Ve kafasının “karışık” değil “sofistike” olduğunu…
………
(*), (**) Teşekkürler Ertuğrul Özkök.