PKK‘nın silahlı kanadı HPG Ankara’daki melun saldırıyı üstlenmedi.
Ama...
“Taşeron katil örgütlerden” biri olabilir.
Genelkurmay dün “17 Ağustos’tan bu yana jetlerin Kuzey Irak’ta 152 hedefi vurduğunu, keşif uçuşlarıyla tamamının tam isabet aldığının ve tahrip edildiklerinin saptandığını” açıkladı.
Ankara’da, kentin kalbine bombalı saldırı buna bir karşılık mı?
“Bizim Kandil karargâhını vurursanız biz de sizi başkentinizde vururuz, hem de Başbakanlık mücavir alanında!..”
Bu mercekten bakınca olay mantık çerçevesi içine alınabiliyor.
Terörün lisanıyla yapılmış bir “bildiri” bu belki de.
PKK “bomba işi bizim değil” açıklamasını yapsa da Kuzey Irak’ın bombalanmasıyla ilişkili bir eylemin kötü kokuları algılanmakta.
Ayrıca...
PKK’nın Ankara’da bombalı katliamı üstlenmekten kaçınması bir başka nedenle de örtüşüyor.
Uluslararası hukuka göre siyaset odaklı bir örgütün “terörist” kategorisine alınması için kesin ölçüt “sivilleri hedef alan eylemler koymasıdır.”
İskandinav ülkeleri gibi bazı “romantik” coğrafyalarda sadece asker ve polise odaklı eylemler “özgürlük hareketi” gibi de yorumlanıyor.
Ama...
“Romantizm” eğer siviller hedef alınmışsa orada bitiyor.
Terörün kırmızı çizgisine giriyor.
Türkiye’nin ABD, AB ve Irak’ta girişimleriyle PKK’yı yalnızlaştırma girişimleri yoğunlaşırken, PKK günahsız sivilleri öldüren saldırıların “suçüstü” durumuna açık seçik girmekten kaçınıyor.
Ankara’dan kendini sıyırmaya çalışsa da Siirt’te 6 kadının uzun namlulu silahlarla tarandığı, roket fırlatıldığı, 4 kadının gaddarca öldürüldüğü saldırıdaki kanlı ellerini saklayamaz.
Zaten bunlar sadece son günlerin lanetlenesi örnekleri.
PKK’nın 30 yıldır bıraktığı izler kanlıdır.
Kol kadar bebelerin kefenlere sarılarak sıralandığı katliamları kim unutabilir?
Oslo görüşmelerinde PKK tarafının “her yerde varız” tehdidi yüklenmiş söylemine MİT temsilcisinin “büyük kentlere patlayıcı yığdığınızı biliyoruz” cevabı, Ankara’daki bombalı katliamın işaret fişeği değil de nedir?
PKK Türkiye ve dünya kamuoyunda insanlık suçlarının “seri katili” olarak deşifredir.
Kadınları, gençleri, çocukları, sivilleri öldürerek kanla beslenen habis hücrelerin organizması 21’inci yüzyılda yaşamını sürdüremez.
OSLO SES KAYITLARI
İKTİDARLA muhalefet arasında Oslo görüşmeleri ekseninde tartışma sürüyor.
İktidar “görüşmeleri yapan hükümet değil devlet” diyor.
Muhalefet ise “hükümet ve onun emrindeki kurumlar ve memurlar bir bütündür” görüşünde.
Bu “şekil” tartışması, zarftaki adrese odaklanıp içindeki belgeyi ıskalamak olur.
Oslo görüşmelerinde Türkiye’yi temsil eden MİT mensubu hanımefendinin yanı sıra diğer isim Hakan Fidan’dır.
Hakan Fidan o tarihte MİT müsteşarı değil, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı.
Ses kayıtları doğruysa “Başbakan’dan yetki alarak görüşmelere geldiği” mesajını veriyor.
Böyle bakılırsa iktidarın da Oslo görüşmelerinde temsil edildiği yorumu çok da yanlış değil.
Fakat...
Hakan Fidan’ın daha sonra MİT Müsteşarlığı’na atanması o süreçte resmen olmasa bile fiilen MİT misyonunda yer aldığını, MİT için bu misyonda hazırlandığı görüşüne ağırlık kazandırıyor.
Ve...
Oslo görüşmelerine siyasi iradenin de varlığı algılaması yaratılarak misyon mensupları güçlendiriliyor.
Bu ikinci yorum daha gerçekçi olabilir.
Şimdi “zarfın üzerini” böylece okuduktan sonra içeriğe geçelim.
İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşmenin yanı sıra PKK karargâhı ile de diyalog, ipin iki ucunu birden tutabilmek için gereklidir.
Çözüm için diyalog tek odaklı olursa ipin diğer ucu boşta kalır.
Oslo görüşmeleri bu sakıncayı aşmak içindir.
Terörün üstesinden gelebilmiş bütün devletler bunu yapmıştır.
İngiltere ve İspanya örnekleri işte ortada.
Öte yandan...
Böyle görüşmeler elbette “yüksek gizlilik” gerektirir.
Kan davalı aşiretler arasında bile barış görüşmeleri gizli olurken, Türkiye’nin bu en önemli ve duyarlı sorunu “TV’de açık oturum” gibi tartışılamazdı.
Muhalefet “neden görüştünüz diye sorgulamıyoruz, neden yalan söylediniz” diyor.
İktidar “Öcalan’la ve Kandil’dekilerle görüşülüyor” diye bir açıklama yapsaydı bunun gizliliği olur muydu?
Kaldı ki...
Çocukluğumda annemden babamdan zaman zaman duyduğum, son haftalarda Başbakan Erdoğan’ın seslendirdiği “keenlem yekun” bir “inkâr” da olmamıştı.
“Devlet -gerektiğinde- çözüm için herkesle konuşur” formülü dile getiriliyordu.
Bunun anlamını ve kapsamını tahmin hiç de zor değildi.
Sorgulama ve eleştiri ancak ve ancak “bilanço” için olabilir.
Yani...
Bütün bunlardan sonra, Habur kapısından başlayarak Ankara katliamına kadar sonuç hanesine bakınız.
Orada “başarı” ve “çözüm” yazıyor mu?