Yıldız Sarayı zangır zangır sallanırken Abdülhamid, tahtının kollarını sımsıkı tutarak oturmuştur. Kalkarsa, yerine başkasını oturturlar diye deprem dakikalarca sürerken, o hep sımsıkı tutunduğu tahtında kalmıştır.
Depreme yakalanacak en kötü mekan herhalde, padişah huzurudur.
Çünkü padişah izin vermeden kimse salonu terk edemezdi.
Abdülhamid deprem süresince yapışmış gibi tahtında otururken, huzurdakiler de orada kalmışlardır.
Abdülhamid'e kimse depremden söz edememiş, Sarayburnu'nda bir mavnadan denize yük düştüğü, o sarsıntının Yıldız'da bile hissedildiği bildirilmiş.
Abdülhamid de bu konuyu anlatan bir "jurnal" yazılmasını istemiş.
Abdülhamid'in depremde bile tahtından kalkmaması, İttihat ve Terakki'nin kurucularından İbrahim Temo'ya ilham vermiş. Temo şu dizeleri yazmış:
"Zulüm ve baskıya tövbe etmedikçe ey alçak
Kurtuluş yok, Hak tahtını kudretli elleriyle yıkar."
Deprem günü, İkdam gazetesinde de panik yaşanır.
Gazetenin birinci sayfa manşetinde "mösyö" kelimesi "Cenab - ı Padişahileri" kelimeleriyle yanlışlıkla bir arada basılmış.
Manşette "Mösyö Cenab - ı Padişahileri" diye yer almış.
Halifeye, yani İslamın en yücesine "mösyö" demek, neredeyse "gavur" demektir.
Yazı kurulu her an Abdülhamid hafiyelerinin gelerek gazeteyi kapatmalarını bekliyormuş.
Gelen olmamış.
Deprem, İstanbul'u yıkınca o toz, toprak, enkaz, ölü, yaralı arasında, bu manşet rezaletinin(!) gözden kaçmış olabileceğini düşünürler. Zaten devlet dairelerinin çoğu yıkılmıştır. Herkes can derdine düşmüştür.
Felaket felaket üstüne gelir. Galata Köprüsü çöker. 40 kişi denize düşer, 20'si ölür.
Bu olayı da Abdülhamid'den gizli tutarlar.
Gazeteler Abdülhamid gazabından korktukları için olayı yazmazlar.
Hatta... Minakyan Tiyatrosu'nda yer alan bir köprü sahnesi, Galata Köprüsü'nün çöküşünü hatırlatıyor diye oyundan çıkarılır.
Abdülhamid'in sinirleri artık iyice bozuktur.
Saray Tiyatrosu sorumlusu Ahmet Mithat Efendi, Satvet Bey'in "Zeybek" adlı balesinin provasını yaptırmaktadır.
Abdülhamid gizlice gelir arkalardan sessizce izler. Dev cüsseli bir yığın erkek oyuncu, ağızlarında bıçak tutuyorlar. Tepeden tırnağa silah kuşanmışlar.
Abdülhamid ihtilal oluyor sanarak kaçar, bir süre tavan aralarında, sarayın farelerine konuk olur.
Ya deprem o anda olsaydı?
Abdülhamid de taş fırın! değil layt(!) erkekmiş anlaşılan.
Yukarıda yansıttığım anıları, Sunay Akın'ın "İSTANBUL'DA BİR ZÜRAFA" adlı kitabından yansıttım.
Keyifle okunan, fakat kaygıyla da düşündürten bir kitap.
Yarın Kocaeli depreminin yıldönümü.
Bu bağlamda Akın'ın 1894 büyük depreminden günümüze taşıdığı Abdülhamid karikatürü hala geçerliliğini korumakta.
Bakınız aradan tam 109 yıl geçmiş.
Ortalama her 100 yılda bir İstanbul'u deprem vuruyorsa, demek 9 yıl kredi kullanmışız.
Peki ne durumdayız?
Hala rezalet.
Hala hastaneler, okullar, devlet daireleri Allah'lık.
Deprem olduğunda, herkes gene can derdine düşecek.
Bir şekilde eşlere, çocuklara ulaşmak için iş güç bırakılacak.
Gene yağmalar olacak.
Ve Türkiye'yi ayak sesleri duyulmakta olan bu depreme hazırlayamayan kodamanlar, herhalde, İstanbul çökerken, 109 yıl önceki Abdülhamid gibi sımsıkı koltuklarına yapışmış olacaklar.
Özay Şendir
Ayıplı bir tartışma, 'işine yarayacak'
14 Mayıs 2025
Didem Özel Tümer
Türk şirketlere BAE’de finansa erişim kolaylığı
14 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
En son imparator!
14 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
EOKA’nın köyünde ölümle burun buruna! Neşe Karaböcek’ten Kıbrıs anıları…
14 Mayıs 2025
Dilara Koçak
Yaz gelmeden detoks değil, denge zamanı
14 Mayıs 2025