Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

PAZAR gecesi televizyon ekranlarında konuğumuz olan Yunanistan To Vima Gazetesi yazarı Nikos Marakis, şöyle diyordu:
"Yeni Başbakan Simitis, sorunlara işadamı gibi yaklaşıyor. Çözümü de işadamı gibi arıyor.
O nedenle artık hayaletlerin etkisinde savaş çığlıklarıyla politika yapmıyor.
Toplumun ne istediğinin farkında. Yunan toplumu, 1960'ların, 1970'lerin, hatta 1980'li ilk yılların toplumu değil.
O zamanlar nispeten fakir sayılırdık.
Oysa...


Avrupa Birliği'ne girdiğimizden bu yana değiştik.
Varlıklı sayılırız.
Türkiye'yle savaşırsak çok şeyler kaybedeceğimizi biliyoruz.
Yunan halkı, artık, sahip olduğu şeyleri riske etmek istemiyor.
Türkiye ile savaşmak taraftarı değil.
Hatta, doğu sınırında her an çatışma kaygısı veren bir komşuyla yaşamak taraftarı da değil.
İyi ilişkilerimiz olan, beraber iş yapabileceğimiz, yaşam düzeyini daha da yukarı çekebileceğimiz bir Türkiye'yi tercih ediyoruz."


BU konuşmayı, Boğaz'da bir Rum vatandaşımızın işlettiği balıkçı lokantasında yapıyorduk.
Sözlerini biraz ihtiyatla, hatta kuşkuyla dinlemiştim.
Sordum:
"Peki, Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne almayarak ve Avrupa baskısıyla dışlayarak Ortadoğu'ya ve bölücü akımlara itmek politikası da Atina'ya ait değil mi?
Hatta... Rum milletvekilleri, PKK kamplarına ziyarete gidiyorlar.
PKK'lılar, Güney Kıbrıs Rum yönetiminde üsleniyorlar..."
Nikos Marakis'
in yanıtı "bu Papandreu'nun politikasıydı. Yeni Başbakan Simitis'in politikasını ise, az önce size anlattım.
Simitis, Papandreu gibi duygusal değil. Halkın ne istediğinin farkında.
Avrupa'nın milli geliri yüksek diğer halkları, nasıl ki barış istiyorlarsa, Yunan halkı da çok değişti... Barış istiyor.
Başarılı olmak isteyen politikacı, halktaki bu değişikliğe iyi teşhis koymalı"
oldu.
Tabii...
Nikos Marakis'in bu sözlerini genişletilmiş ve abartılmış bir mercek altında yorumlamayalım.
Yunan halkının ve onun etkisindeki Simitis'in - ne olursa olsun barış - teslimiyetçiliği içinde olduğunu...
Ya da geçmişin bütün kötü alışkanlıklarından sıyrıldıklarını sanmayalım.
Ama...
Şu gerçeği de atlamayalım:
Ekonomisi gelişen toplumlar, riske edecekleri şeyleri olduğundan, daha az saldırgan ve daha çok barış ister konuma geçiyorlar.
Türkiye bu nabzı tutabilmelidir.

EKRANDA konuşma devam ederken, Türkiye'nin yanı sıra Kıbrıs'tan da çok sayıda telefon ve faks mesajı geldi.
KKTC'den gelen mesajlarda şu tavır ağırlıklıydı:
"Bizim fert başına milli gelirimiz 3 bin 5 yüz dolar. Güney Kıbrıs'ta fert başına milli gelir 15 bin dolar.
Ekrandaki yöneticilere lütfen bunu da sorunuz.
Başarılı siyaset, sadece gerilim değil hizmettir."
İletişim çağında, görüyorsunuz, toplumlar giderek değişim geçiriyor.
Elbet, KKTC'li yurttaş da, 20 yıl öncesinin cinayetlerini, eski tazeliğiyle olmasa dahi, yüreğinde ve belleğinde acıyla taşıyor.
Ama göz ucuyla, birkaç kilometre ötedeki yaşamı da algılıyor.
Karşılaştırmalar yapıyor.
Sadece geçmişten bugüne uzanan, yarınlarda ne zaman biteceği belli olmayan silah, kan, çatışma ve vurma söylemleri doyurucu olmuyor.
Türkiye'nin Güneydoğu'sundaki ekonomik yanlışlık ve Kuzey Kıbrıs'taki ekonomik yanlışlık, benzer (aynı değil) siyasal soru işaretlerini çiziyor.

TÜSİAD'çılar, demokrasinin standartlarını yükseltmeyi amaçlayan bir raporu Millet Meclisi'ne verdiler.
Bu çalışmanın arkasında da, akılcılık var.
Nikos Marakis'in Simitis'in "işadamı gibi yaklaşıyor" sözleriyle, TÜSİAD'ın yeni tavrı arasında bir paralel kurulabilir.
TÜSİAD da Türkiye'yi şöyle bir mercek altında görüyor:
"Eğer demokrasinin standartları yükseltilmezse Türkiye, bulunduğu kaygan zeminde, karanlık maceralara doğru gidişini hızlandıracaktır.
Türkiye'nin çağdaş Avrupa hukuk devleti standartlarını süratle yakalaması gerekir.
O halde, hangi kurumların yeniden yapılandırılması gerektiğini saptayalım ve bunları önerelim.
Gerçekleşmesi için mücadele verelim, ağırlık koyalım."
Rapordaki her öneriyle beraber olduğumuz söylenemez.
Örneğin...
Laiklik konusunu çok cömertçe gözden çıkartmışlar gibi geldi.
Milli Güvenlik Kurulu'nun kalkmasını istemek, Türkiye'nin demokrasi sübabının ortadan kaldırılması anlamına gelebilir.
Milli Güvenlik Kurulu, kararlarda ordunun da fikrinin alındığı, ama siyasi kararın hükümete bırakıldığı bir felsefenin yansımasıdır.
Güvenlik Konseyi, aynen ABD'de de vardır.
Genelkurmay Başkanlığı'nın, Milli Savunma Bakanlığı'na şu aşamada bağlanmasını istemek, gerçi görünmüyor.
En azından zamanlaması yanlıştır.
Fakat... Tüm bunlar bir yana, Türkiye'den yana birşeyler yapma çabasını yansıttığı için TÜSİAD'çılar, olumlu puan almışlardır.
Hiç değilse, hükümetlerle didişen iç politikanın iktidar çekişmelerinde yer alıyor gibi izlenimler veren görüntülerden sıyrılmak ve hadiselere yukarıdan bakabilmek önemlidir.
Ne yazık ki, galiba, Türkiye'de kaybedecek birşeyleri olanlar sadece TÜSİAD'çılar.