Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Güneri CİVAOĞLU

Kıbrıs'ta uçan jetlerin ses duvarını aşan gürültüleri Türkiye'ye yapılan telkinlerin sesini bastırdı...
Ancak... Beyaz Saray'ı temsilen Ankara'ya gelen Holbrooke'un, önerileri de aynı doğrultuda olunca sesi duymasak da, kötü kokusu burnumuza geldi.
Türkiye'ye söylenen şudur:
"Kıbrıs'ın AB'ye girmesi için görüşmeleri başlatmak üzere angaje olduk.
Bu karardan artık dönülemez.
Bırakın, 1998 başlarında Avrupa Birliği ile Kıbrıs'ın tam üyeliği görüşmeleri başlasın.
Kıbrıs heyetinde Türkler de bulunsun...
Bu arada biz de sizin Avrupa Birliği'ne tam üyelik girişimlerinizi destekleyelim."
Holbrooke,
bu görüşleri için Mesut Yılmaz'ı, Bülent Ecevit'i, İsmail Cem'i dinledi. Nabızlarını tuttu.
Aldığı izlenimler, "böyle bir plana Türkiye'nin - evet - diyemeyeceği" oldu.

Bu yaklaşım gösteriyor ki, Türkiye'nin Kıbrıs politikası tıkanmıştır. Şimdiye kadar, Türkiye'nin tezleri belliydi:
"Toplumlar arası görüşme sürsün.
İki bölgeli, iki toplumlu federasyon kurulsun.
Cumhurbaşkanı Rum ve Türkler arasında dönüşümlü olsun.
Bakanlar Kurulu'nda Türk bakanlarının oranı belirlensin...
Ada'daki yeni statü Türkiye ve Yunanistan'ın hazır bulunduracağı kuvvetlerde güvenceye alın... vs."
Türkiye
çeyrek yüzyılı aşkın süredir, durumu bu politikayla idare edebilmişti.
Oysa şimdi önümüze çok farklı bir formül konuyor.
Avrupa Birliği artık KKTC'yi adeta yok farzederek, Ada'nın bütünü için, Rum Yönetimi'yle tam üyelik görüşmesini başlatıyor.
İsterse Türkler de görüşme heyetinde bir azınlık oranıyla temsil edilsinler... Bunu kabul etmezlerse kendileri bilirler havasındalar.
Kıbrıs böylece Avrupa Birliği'nin bir üye ülkesi haline geldiği andan itibaren, zaten ne iki toplumlu ve iki bölgeli federasyon görüşülür... Ne de dönüşümlü başkanlık... Ve Türk bakanların oranı... Bütün bunlar anlamsız hale gelir. Çünkü pratik değeri olmaz.
İşte Ankara da, Holbrooke'a ve Strasbourg'da Avrupalı liderlere bunlar söylenmiştir.
Ama... Mantığın bir etki yaptığı söylenemez.

Ayrıca... Yılmaz, Ecevit ve Cem hukukun üstünlüğünü de ortaya koymuşlardır.
Lozan Antlaşması'na göre "Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan'ın üye olmadıkları, herhangi bir uluslararası kuruluşa üyelik başvurusunda bulunamaz, üye olamaz."
Türkiye, Mendelson
ve Heinze gibi ünlü hukukçulara bu tezi işleyen raporlar da hazırlatmıştır.
Fakat bunlara kimse kulak vermiyor.
Yazının başında belirttiğim gibi, "Kıbrıs'la tam üyelik için görüşmelere başlamak üzere angaje olduk. Artık dönemeyiz" deniliyor.
O zaman Holbrooke'a ve Avrupalı liderlere, dışişleri bakanlarına verdiğimiz mesaj şöyle oluyor:
"Türkiye'ye rağmen, AB ile ve Ada'nın tamamı için Kıbrıs Rum Kesimi'yle tam üyelik görüşmelerine başlanıldığı anda, biz de KKTC'nin Türkiye ile bütünleşme sürecini başlatırız.
Bu konuda, 20 Ocak 1997'de Türkiye Cumhurbaşkanı Demirel ile KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş'ın, ortak açıklamaları oldu. 21 Ocak'ta ise TBMM ve KKTC meclisleri bu açıklamaları onayladılar. Artık bizim de geri dönüşümüz yok."
Görülüyor ki ip gerildi.

İşte böyle bir ortamda, Yunanistan ile, Kıbrıs Rum Kesimi Ada'da ortak manevraları başlatmıştır. Türk kesimi üzerinde uçaklarını uçurmuştur. Paraşütle komondaları indirerek, sözümona, Girne'yi işgal provaları yapmıştır.
Çünkü... Yunanistan ve Kıbrıs bugünkü durumlarından memnundur... Havanın yumuşaması, kendilerinden ödün istenmesi, müzakereler hiç işlerine gelmiyor. Türkiye'yi Avrupa'yla karşı karşıya getirmelerine, KKTC'yi Avrupa'nın nezdinde bir hayalet haline dönüştürmelerine çeyrek kaldı.
Durum ne yazık ki budur. Zaten bu hükümet kurulmadan önce, Refahyol zamanında Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyelik dosyası kapanmıştı.
Kıbrıs'la tam üyelik görüşmelerinin - Türkiye itiraz etse bile - başlanacağı açıklanmıştı.
Yılmaz ve Cem'in gayretleri bu dosyayı yeniden açtırmak için olmuştur.
Açtırabilmişlerdir.
Türkiye'nin tam üyeliğe aday ülkeler arasında 12'inci olarak yer almasına çalışmaktadırlar.
Şimdilik bu fikre AB'den 5 ülke kazanılmış bulunuyor.
Daha fazlası zayıf bir olasılık.
Türkiye 1974'te kendisine tam üyelik için ısrarla yapılan teklifleri reddetmenin faturasını çeyrek yüzyıl sonra ödemek üzeredir.
Acı gerçek budur.




Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr