Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gölün kenarındaki kahvede bin yıllık olduğu söylenen dev çınarın altında Belediye Başkanı Cavit Uysal ile çay içiyoruz. Başkan diyor ki, "Göl öldü. Gölyazı öldü". Osmanlı döneminde Rumların, Cumhuriyet döneminde Türklerin tek geçim kaynağı gölde kerevit ve balık avlamakmış. Gölyazıda her evin bir kayığı var. Her evin önünde deniz ürünü avı için "takım taklavat" var.Günde 30 ton kerevit, 8 - 10 ton turna, sazan, göl tekiri avlanır, kerevit ihraç edilir, balık çevrede satılırmış. Geliniz görünüz ki, göle "nazar" değmiş. Kerevitlere hastalık gelmiş. Balıklar yok olmuş. İlim - bilim adamları henüz nedenini bulamamış ama halk bu kötü sonucu Çernobil nükleer faciasına bağlıyor. Her ne ise bugün kerevit çıkmıyor. Günde 200 kilo dolayında balık avlanıyor. Belediye Başkanı ile balıkhaneye yürüdük. Balıkçılar o gün tuttukları göl tekirinin 15 kiloluk kasasını 4 milyon, 5 milyon liraya satmaya çalışıyordu.Halk, göldeki kerevit ve balıklar öldüğünden bu yana hayatın da öldüğünü söylüyor. Çünkü Gölyazıda yapacak iş yok, toprak yok... Belde dışındaki 800 dönümlük zeytinlikler on ailenin malı. Hayvancılık ve tarım yapma şansına sahip değiller.Toplama süt ile peynir yapan 20 - 30 hane var. Onlar da küçük miktarda yaptıkları peyniri pazar yerlerinde satabiliyor.Gölyazıya Bandırmadan "Iveco" markalı bir minibüs ile gittik. 1996 model minibüs iki yüz bini aşkın kilometre yapmış. Motoru iyi ama içi dökülüyor. Şoföre "Şu minibüsün eline yüzüne neden bakmıyorsun" diyerek sual eylediğimde, "Beyim ne para kazanıyoruz ki, harcayalım" dedi. Ama koltuğunun önündeki cama astığı levha hayata bakış açısını çok güzel açıklıyordu: "İyimserim, kaderime gülümserim."Gölyazının inişli çıkışlı sokaklarında dolaşırken de "iyimserim, kaderime gülümserim" diyen insanları görme mutluluğunu tattım. Güzel, neşeli, cıvıl cıvıl çocuklar, eski evlerinin kapılarının önüne oturmuş, ev işlerini yapan, sohbetten hoşlanan güler yüzlü kadınlar, kahvelerdeki erkekler... Ekonomik sıkıntılarına, yaşadıkları güç şartlara rağmen yüzleri gülüyor.Hatice Doğan, bir yandan sokak köşesinde yol üstüne kondurulmuş odun fırınını ateşlerken öte yanda anlatıyor: "Ben evlendiğimde kocamla balığa çıkardım. Gelirimiz iyi idi. Göl kuruyunca fabrikaya girdim. Çevredeki konserve fabrikalarında çalışan çok kadın var. İlginç olan şu; kadınlar fabrikalarda iş buluyorlar, ama erkeklere iş yok... İki çocuk büyüttük... Kızı evlendirdik. Oğlan askerliği bitiriyor. Allaha şükür aç değiliz. Kimseye muhtaç değiliz..."Gölyazıdan ayrılırken minibüsteki yazının ne demek istediğini anlamıştım: "İyimserim, kaderime gülümserim..." guras@milliyet.com.tr Gölyazı beldesi, Apolyont Gölünün kıyısında iki bin nüfuslu eski bir yerleşim bölgesi. Cumhuriyetten önce bin hane Rum, iki yüz hane Türk nüfusu varmış. Mübadelede Rumlar gitmiş. Selanik ve Bulgaristandan gelenler onların evlerine yerleşmiş.