16 Kasım Perşembe gecesi (geçen perşembe gecesi) başka ülkelerin "varlıklı kesimleri" için çok önemli bir gece idi. Fransa'da sadece "varlıklı" kesim değil, köylüsü ile kentlisi ile, kadını ile, erkeği ile her Fransız için önemli bir gece idi.
O geceyi başka ülkelerin "varlıklı" kesimi evlerinde, Fransızlar ise sokaklarda, lokantalarda kutladı. Fransa'nın büyük kesiminde ve Paris'te gün boyu yağan yağmur akşam üzeri durunca insanlar sokaklara döküldü. Barlar, lokantalar kapılarının önüne masaları çıkardı. Masaların üzerine şarap şişeleri dizildi. Fransızlar 2000 ürünü Beaujolais şarabını tattı. Önce tattı. Sonra biraz daha tattı. Gece yarısı hepsi "kafayı buldu!"
Beaujolais, Paris'in güneyinde, Fransa'nın göbeğinde "Bourgogne" şarap bölgesinin uç kısmının ismidir. Burada kaliteli şaraplık üzüm üretilir. Gamay tipi üzümden kırmızı, Chardonnay ve Aligato cinsi üzümden de beyaz şarap yapılır. Şarabı yıllandırmak külfetli bir iş olduğundan bu bölge şaraplarının taze içilmesi adet olmuştur. Yaz ayında hasadı yapılan üzümden elde edilen bölge şarabı hemen piyasaya sürülür. Yüzyıllar boyu bu adet devam etmiştir. Savaş sonrası Fransa'da şarap sanayii için getirilen bağlayıcı kaidelerden biri olarak da Beaujolais bölgesinin taze şaraplarının 15 Kasım'dan önce piyasaya çıkarılamayacağı hükmü getirilmiştir.
Şimdi yöre şarapçıları bu kaideyi bir pazarlama taktiği olarak iyi kullanıyor. Yörenin toplam şarap üretiminin yarısı taze olarak şişeleniyor, kasım ayının üçüncü perşembe akşamı 60 milyon taze Beaujolais şarabı piyasaya sürülüyor.
Önce Fransızları heyecanlandıran bu taze şarap olayı, giderek Fransa'nın dışına taştı. Zengin ülkelerin "varlıklı" kesimindekiler bu kutlamaya katılmaya başladı. ABD'nin büyük şehirlerinde, Japonya'da, Avrupa'nın büyük şehirlerinde kasım ayının üçüncü perşembe gecesi insanlar "Beaujolais'i tatma heyecanını yaşıyor.
Türkiye'de de 1987 yılından bu yana Kavaklıdere şarap firması Beaujolais ile aynı günde, kasım ayının üçüncü perşembe günü "Kavaklıdere Primeur" adı ile, yılın taze şarabını piyasaya çıkarıyor. "Kavaklıdere Primeur 2000" beyaz, Kapadokya'nın Emir üzümünden, kırmızı ise Elazığ'ın Öküzgözü üzümünden üretildi.
Sayın okuyucularımın yazının buraya kadarki bölümünü okurken neler düşündüklerini biliyorum... "Biz Türkiye'de ekmek derdindeyiz, sen köşende neler yazıyorsun?" diyorsunuz. Haklısınız. Başka ülkelerde yaşayan insanların çoğunun geçen perşembe akşamki derdi yeni taze şarabı tatmak idi. Biz ise radyo ve TV ekranı başında, bu yıl memur ve işçi ücreti zammının ne olacağı hakkındaki haberleri dinliyorduk. Hortumlanan bankaların içini doldurmak için bizden ne fedakarlık bekleneceği hakkındaki açıklamaları dinliyorduk. Yeni çeteleri, yeni soygunları öğreniyorduk.
Kişi başı yıllık üretimi 3 bin doların üzerine çıkamayan ve kişi başı yıllık geliri 3 bin dolarda donup kalan Türkiye'de bizim "çetelerden, soygunlardan, parasızlıktan, zamdan başka şey düşünemez hale gelmemiz" normaldir. Kişi başına yılda 30 bin dolar üretim yapan, kişi başına yıllık geliri 30 bin dolar olan ülkelerde insanların "bu akşam acaba hangi şarabı içsem?" diye dertlenmeleri de normaldir.
Ama bizim durumumuz mu normal, yoksa onlarınki mi? İşte cevaplanması gereken soru budur.
Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr